31 Aralık 2010 Cuma

2011

Noel baba kadar neşeli ,sağlıklı,uzun ömürlü,geyiği bol dostlarla & sevdiklerimizle beraber geçireceğimiz bir yıl olsun 2011 ...
Mutlu Yıllar

Tüm Alvinler için gelsin o zaman.Ok ?

http://www.youtube.com/watch?v=lzTG0fTLAlU

19 Aralık 2010 Pazar

GÜZELLEME




Blog yazarken tam "iyi güzel daha sık yazmaya başladım " derken yine araya bir şeyler giriyor yazamıyorum.

Yazmak istediğim çok şey oluyor ama çok sevdiğim şarkıdaki gibi zaman düşüyor ellerimden tahta boşa yuvarlanıyor ,saatler izinsiz ilerliyor ve hakikatten duygularım değişiyor.


Aynı yukarıdaki bebiş gibiyim.Asabiyim ve mazeretim var...

Bu hafta işimle ilgili bir dönemece giriyorum duygularım çok karışık.Ya herro ya da merro diyeceğim bir hafta...

O yüzden ne yapıyorum?kendimi dışarılara vuruyor bu duygularımı sağaltmaya çalışıyorum.

Dün akşam bir arkadaşımın davetlisi olarak Tim 'de sahne alan Le Quatuor'u izlemeye gittik. Gidişimiz baya olaylı oldu ama izlediğimiz her dakikasına değdi .

Çok güzel bir gösteriydi.Dört çılgının keman ve çello çalarak yaptığı stand up tadında bir gösteriydi.Sahnede neler yapmadılar ki?Enstrümanlarını arşesiz çaldılar,elbise askısıyla çaldılar.Birbirlerinin ellerindeki kemanları diğerleri kendi ellerindeki arşeleriyle çaldılar.Dans ederek,ip atlayarak,ayaklarında paletlerle bir sürü akrobasi hareketleriyle çaldılar ve söylediler.

Her biri enfes çaldı ,söyledi ve parodilerle süslediler gösteriyi.

Rock'n roll'dan Bach'ha,Mozart'tan Sinatra'ya acaip sunuşlarla çaldılar.Aralarda ciddileştikleri bölümlerde four seasons geçişleriyle beni benden aldılar .

Çıkarken dilimiz dışarda koşuşturmalı stresli yolculuğa değdi dedik hepimiz.Tekrar Türkiye'ye gelirse kaçırmamanızı tavsiye ederim.Ya da gittiğiniz bir ülkede denk gelirseniz mutalka görün diyorum ki pişman olmazsınız.

İz tv olarak hizmette sınır yok diyerek bir kuble gösteriden izlemeniz için link veriyorum ki daha fazlasını kendinizde bulabilirsiniz.

http://video.google.com/videoplay?docid=4278293178721712713#


Şehirde başka neler oluyor derseniz çok güzel şeyler oluyor.

Geçtiğimiz çarşamba bizim için özel bir etkinliğe katıldık.Beyoğlu Atlas pasajında ki bu sergi hocamızın Polonezköyle ilgili yazdığı kitabın ve çektiği fotoğafların sergisiydi.

Hemen hemen tüm ekip katıldık sergiye.Keyifli ve eğlenceli sergi sonrasında hep birlikte Ara cafeye gittik muhabbete orada devam ettik...

Sergideki fotoğraflara bayıldım.Hele bir fotoğraf vardı ki bence çok çok özel bir şey yakalamış hocamız.

Arkada yemyeşil bir çimenlik... minik bir çocuk çömelmiş minicik eliyle elindeki yiyeceği öne doğru uzatmış önündeki sevimli sincapta çocuğun elindeki yiyeceğe doğru burnunu uzatmış almadan az önce kokluyor.Hem çocuk hem de sincap nasılda sevimliydi.Fotoğraf mini roman gibi dörtleme şeklinde kitapa girmiş.

İstanbul'daysanız mutlaka görün derim.

Ondan önce de Pera müzesindeydik.Çarlık Rusyası sergisi gelmiş ayağımıza kaçar mı ?

Yine seminer ekibiyle gittik.Harika bir sergiydi bitiş tarihini bilmiyorum ama bitmeden önce mutlaka ama mutlaka gidin görün diyorum.

İz tv olarak yine hizmette sınır tanımıyor ve link veriyorum :))

http://www.peramuzesi.org.tr/sergiler/detay_sureli_sergiler.aspx?SectionID=dNPI1fv2cMmEHfhoMz6KQw%3d%3d&ContentID=gMExqMc1El%2bSO5HHdgc3nA%3d%3d



Pera'daki her gelen sergiyi istediğimizde ücret ödemeden gidebililelim diye Pera dostu kartı çıkardık .Normal giriş 7 TL Pera dostu kartı 20 TL'ye daha avantajlı...

Pera müzesine gelmişken Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisini görmeden gitmek olmaz deyip indik aşağıya.Reprodüksüyonlarına alışık gözlerimi sahicisi bir süre kamaştırdı. Sonra alışınca diğerlerinden ayrılıp bir süre daha tek başıma karşısında seyrettim yine yetmedi.Tekrar makinemle ziyarete gideceğim yakında kendisini.Belki bu hafta ayarlayabilirsem...

Önümüzdeki hafta yine süper bir sergi getiriyor Pera...

Frida Kahlo'nun ve takıntılı sevgilisi kocası Dieogo Rivera'nın sergisi geliyor.Yihhu ve yuppie diyerek bu sergiyi bekliyoruz tabi ki :)

Kültür ve sanat haberlerinden derlediğimiz haberler şimdilik bu kadar.

Görüşünceye dek hoşca kalınız efendim.

12 Aralık 2010 Pazar

TEDDY



Şimdi Zeugma iki alt postta yazdıkça güzelleşiyosun demiş ya.

Esasında nisandan beri sürekli yazma durumlarım var.

Seminerdeki projemize destek alıştırmalar babında Akgün Hoca bizlere resimler yolluyor.Bizden de o resimleri hikayeleştirmemizi istiyor.

Yukarıda gördüğünüz bize yollanılan ilk resim.On beş cümleyi geçmeyecek bir hikaye yazmamız istendi bizden.

O çalışmada 10 ayrı resmi hikayeleştirdik.Sonraki çalışmada bize yollanan iki resmi birleştirerek hikayeleştirdik.

Şimdilerde dört resmi birleştirerek çalışmalar yapıyoruz.Toplamda kaç hikaye yazdım bilmiyorum.

Yol kat ettim mi?Pek değil...

Belki vücut çalışanlar gibi birden acaip fit bir vücudum olmayacak ama bu çalışmaların sonunda muhakkak belli kas gruplarında sonuç almaya başlayacağım.

Bu örneği verirken de bilinç altımın "spora başlamak için daha neyi bekliyorsun ?" dediğini duyar gibiyim :)

Şimdi aşağıdaki hikaye ya da hikayemsi yukarıdaki resme bakarak yazılan bir hayal ürünüdür.

TEDDY

Ayaklarına, sanki tonlarca ağırlık bağlıymışcasına sürüyerek çıktı odasından.

Mutfak kapısından arka bahçeye çıkarken , tezgahın üzerinden büyük ekmek bıçağını aldı.

Bahçede salıncak kurdukları ağacın dalına ,kemerle sıkıca bağladı onu.

Her zamanki şaşkın gözlerle kendisine bakan teddy'e, ruhsuz ,ifadesiz gözlerle bakıp ilk darbeyi oyuncağın sol bacağına indirdi .


Hiç içi acımadı Kate'in ,hiç ağlamadı ...

Oysa daha birkaç saat öncesinde, annesi nöbete gittiğinde ,ayıcığına sarılmış sıcacık yatağında uyuyordu.

Yorganın üzerinden çekildiğini hissedince uyanmış,doğrulmak isterken adam ellerini tek eliyle zaptedip,diğer eliyle, belinden çıkardığı kemerle karyolanın demirine bağlamıştı Kate'i.

"Canın acımayacak Kate ,sadece biraz eğleneceğiz" diyordu üvey babası her zamanki gibi...

Kate,çaresiz yalvaran gözlerle bakıp uzanıp almak istemişti deminki arbedede yere düşen ayıcığını .

Mengene gibi el ,küçük bedenini tekrar geriye doğru çekip sırt üstü
yatırdı hoyratça.

Tavana bakarken dünya sessizleşti.

Üzerindeki üvey babasının suratı silindi ,gitti .

Ayağa kalkan teddy, pantalonun fermuarını çekti homurdanarak bir şeyler söyledi ama bir kelimesini bile duymadı Kate.

Odada yanlız kalınca,yerinden doğrulup, yerdeki kemeri ve yatağın
üzerindeki teddy'i alıp ayaklarını sürüyerek çıktı odadan...

"Canın acımayacak Teddy,sadece biraz eğleneceğiz..!!! "

9 Aralık 2010 Perşembe

MİNİK ELLER & AYAKLAR ÜŞÜMESİN DİYE





Şimdi sevgili Efsa'nın blogundan geliyorum .Çok güzel bir kampanyayı duyurmuş blogunda ...

Bizlerden de katılım ve paylaşım beklemiş.Ben de o minik eller ve ayaklar üşümesin diye önce bloguma bu kampanyayı alıyorum sonrasında mail adresimdekilerle paylaşıyorum sonrası ben de kalsın...

Ben bu kampanyayı çok sevdim.Direk gözümün önüne o küçümen ayaklar geldiği için sanırım.

Sitelerinden aldığım duyuruyu aynen paylaşıyorum.

İlgilenebileceklere ben de buradan duyurmak isterim.

Yeni yıl geliyor! Bu yıl birmilyonkalem.com çocuklar için bir şey yapmayacak mı?" diye soran dostlar,


Biliyor musunuz küresel ısınma yüzünden değil, çocuklar üşümesin diye kış gelmiyor. Bir süre daha kar yağmayacak. 172 erkek 70 kız çocuğu sizden gelecek armağan paketlerini aldığında soğuklar iyice kendini hissettirecek ve kar yağacak.


Kahraman Maraş EKİNÖZÜ Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda okuyan 340 öğrenci için birer ayakkabı, eldiven almaya ne dersiniz?


Önceliğimiz ayakkabı... Sonra eldiven....


Her zamanki gibi kampanyayı bloglarımızda duyurarak işe başlayalım.


"Ben armağan yollamak istiyorum." diyen dostlar lütfen birmilyonkalem@gmail.com adresine e-posta yazsınlar ki kardeşlerimizin ayakkabı numaralarını paylaşalım.


Elimiz çabuk tutmalıyız şunun şurasında yeni yıla ne kaldı. Haydi minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın!

8 Aralık 2010 Çarşamba

AV MEVSİMİ




Av mevsimi diye tutturdum bu akşam...

İlle de bu akşam filme gidip izleyesim vardı.

Neden rahmetli Kazım Koyuncu'nun "Hayde"sini Cem Yılmaz söylüyormuş.İnternet sitelerinde dinledim ama kesmedi hangi sahnede söylemiş görmem lazımdı.

Hayde gidelum hayde diye tutturmam o yüzden...


Gittim de.

Filmle ilgili okuduğum yorumlarda ya yerden yere vurmuşlar,ya da göklere çıkarmışlar.

Şener Şen'i ,Çetin Tekindor'u,Cem Yılmaz'ı çook severim.hani Yavuz Turgul'da bu ekiple güzel bir şeyler yapmıştır diye düşündüm.Ama yanılmışım.

Görmek istediğim sahnenin dışında bir iki küçük detay sadece hoşuma gitti.Onun dışında maalesef bu ekibe rağmen hiç olmamış.

CSI ya da NCIS izleyen bünye fazla beklentiye girdi sanırsam.Av mevsiminden kıtkam boş döndüm.

Konuşmalar,kurgu olayların bağlantıları hakikatten ardı ardına acele çekilen dizi sahneleri gibiydi.

Girizgah çok iyiydi.Oyunculuk çok iyiydi,görüntüler çok iyiydi,müzik ve hayde sahnesi çok iyiydi.Ama genel anlamda bir sarkma vardı...

Üzgünüm ustalar.Emeğinize sağlık her zaman ne yapsanız ön yargısız yine gider izlerim.Ama dumanı üzerindeki hissiyatım budur.Filmde oturmazlıklar ağır basıyor.

Bu benim görüşüm herkes izler belki beklentilerinin karşılığını alır.Ben de türkü sahnesini görmeye gittim.Gördüm geldim :)


Gönül yarasının müziklerini çok beğenmiştim.Oradaki "...Etek sarı sen etekten sarısan..." gibi bu filmde de "Hayde" yi patlatmış çok da güzel olmuş.Laz karakter Cem Yılmaz'a yakışmış ama annesiyle olan konuşmalarda bile bir oturmamışlık vardı.Bir kere hiç bir laz kadını cenazesini ağıtsız bırakmaz.Etrafınızda var mıdır karadenizli bilmiyorum ama yeri göğü inletirler.Hani derler ya taş olsa yanındaki acıdan ikiye bölünür.Orada bile sanki yaşlı teyzenin rolü özensiz kalmış.

Hazır av mevsiminde av muhabbeti yapılıyorken bir şey söylemeden geçemicem.Bu kadar kurguda oturmazlıklar filan var diyorum ya onun yanında belki önemsiz kalacak ama...Yavuz usta belli ki avcılıkla bir şekilde ilgili.

O zaman keşke avcılıkla ilgili bazı ritüelleri de Çetin Tekindor rolüne adapte etseydi.Anlattığı av sahnelerine bir lafım yok .Av sahnelerine felsefi anlamlar yüklendirmiş fazlasıyla .Son sahnelerinde söylediği gibi çok iyi bir avcıysa yapmaması gereken hatalar vardı...

Neyse bu kadar laf yeter.

Hayde gidelum .

4 Aralık 2010 Cumartesi

ASMALI



Bir güne ne kadar acayiplikler sığdırabilir ki insan.Bu geceye kadar ben de bilmiyordum :))

İşyerindeki türlü abukluklardan sıkılıp yakınlarda bi yerlerde yemek yiyelim içelim haftanın ,günün stresini atalım diye konuştuk.Mihmandarımız eski kurt gazeteci ablalardan biri.Bana en yakın noktayı Asmalı Mescit'i teklif ediyorum başıma gelecek abuklukları bilmeden... Arkadaşlarımın çok güzel bir mekanları var.Antakya yemekleri üzerine.New york Times'a bile konu olmuş bir yer.İstemiyorlar."Yakup'a gidiyoruz bu gece masamız hazır." diyor gazeteci abla "arkadaşlarım orada".Büyüğümüz kırmıyoruz gidiyoruz yemekler yeniliyor şaraplar içiliyor.Sohbetin dedikodunun biri bin para.Cık ben hala moda giremiyorum.Bedenim orda ama ruhum başka bir yerlerde .Sanki eve gelsem biraz müzik açıp kendi kendime kalsam daha iyi gelecek.Anlatılan abukluklara dudak ucuyla gülüyorum.

O arada arka masada bir kıpraşma oluşuyor.Meğer eski popculardan Suat Suna arka masamızdaymış.Dünyayla bağlantısı kesilmiş ben bi haberim bu durumdan.İnsanlar dönüp dönüp masalarına bakıyorlar.Küçük dağları az önce yaratmış havasında...Abi masaya kurulmuş purosunu da yakmış bir tüttürüyor ki sanırsın Che Guevara ...Sigarayı hiç sevmem purodan nefret ederim.O duman yüzüme yüzüme geldikçe zaten iyice uyuz oldum.Bir de abidik gubidik şarkılar söylemeye başlamadı ki hah dedim iyice...

O arada arkada kamera ışıkları yanmaya başladı.Arka masa iyice bir tüylerini kabarttı tavuskuşu gibi.Gençler bana müsade ben gidiyore...Gazeteci abla "yürü" dedi kahve içirmedin bana kahve ısmarlıcan...Kızlarla her zaman gittiğimiz salaş mekana yollandık mecburen.Tam kahve içeceğimiz mekana geldik o ilerde arkadaşlarını gördü."Gel selam vermeden oturmayalım ayıp olur" dedi.Mecburen arkadaşlarının yanına gidiyoruz.Aman Allah'ım o ne Erman Toroğlu'da masada .Bu bir şaka olmalı.Gece şahtı şahbaz oldu.Kendilerinden hiç hazetmem şimdi aynı ortamdayım öyle mi?

:(( Kimler yok ki Edip Cansever gibi içimden" masa da masaymış ama..." diyorum .Millet kapı gıcırtısına gülüyor.Adam insanlar güldükçe anlatıyor da anlatıyor.Benim de içim bayıldıkça bayılıyor.Gazeteci ablamıza bana müsade ben televole muhabbettinden sıkıldım diyorum.Olmaz tek başına gidemezsin birlikte kalkalım diyor.Ablacım bak arkadaşların var otur sohbet et bak ben her zaman burdayım atlıcam şurdan eve gidicem diyorum yok bu geceki kabus bitmemiş maalesef yine kalkıyoruz birlikte.Toroğlu ve gülen ekibinin ordan uzaklaşırken uzay mekiğinden kopan parça gibi hissediyorum kendimi .

İstiklal caddesindeki samanyolunun içine dalıyoruz...

Dalmak kelimesi metafor filan değil bildiğin dalıyoruz.kayan yıldızlar,kusan yıldızlar,kara delikler...cadde tam kıvamında yani...

Meğer gece bitmemiş ya da biri bana Truman Show'da ki gibi gizli bir kamera şakası yapıyor...

Meydana varamamışken bir telefon geliyor ablamıza.Bilmem kim arkadaşı çok önemli bir işle ilgili bir şeyler anlatıcam bir beş dakika mekanıma uğraman lazım diyor.Haydi görev aşkıyla tutuşan abla gidiyor da beni ne halt etmeye sürüklüyor anlamıyorum...

Arkadaşının mekanı türkü bar.Bildiğiniz şu Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki türkü barlardan bir tanesi .

Güzel ablacım bak seni severim sayarım arada eski türkülerden dinlemişliğim sevmişliğimde vardır.Ama türkü bar benlik bir yer değil.Ben türkü barlık hiç değilim.Ne etmeye zorla tuttun elimden beni de sürüklüyosun?

Yok illa beş dakika uğrayalım sonra gidicez diyorda diyor.Sanki arka fonda Mazhar Alanson "Beş dakkaya değişir bu işler'i benim için söylüyor..."Onlar ayak üstü konuşurken mecburen yanlarında dikiliyorum.Bütün gözler bize çevriliyor.Kendimi "selam dünyalılar ben dostum" dememek için zor tutuyorum o derece yani.

Sahnedeki abiler olayı aşmışlar.İlgi alaka katılımdan memnun bağlamaya yüklenmişler ama ne yükleniş...Elvis Presley o beyaz pelerinli kıyafeti içinde öyle havalı çalmıyordur gitarı...

Herkes şappi şappi el çırpıp eğlenirken ben pek bir sırıtıyorum içlerinde.Ablam halinden memnun işiyle ilgili bilgi alırken bir taraftan bana şimdi kalkıyoruz bir saniye gibilerinden işaretler yapıyor.

Yan masamda araba yedek parçacı diye mesleğini tahmin ettiğim kel kafalı abi yanındaki sarı-siyah röfleli kısa saçlı rus güllecisi tipli ablayla cilveleşiyor.

Tespih çeken abiler lilililili diye zılgıt çekerken bir taraftan beni kesiyorlar.Aman diyorum İz kafanı çevir o yana bakma .Çantamdan telefonumu çıkartıp Badoş'a mesaj atıyorum içinde bulunduğum abuklukları anlatan.Erman'dan başlayıp türkü bardaki kekomançilerle devam etmekteki macerama inanamıyor tabi yiğenim.

Ben de daha fazla inanamıyor ve dayanamıyorum ki çilemin 15.dakikasında "Benim gitmem lazım artık" deyip kalkıyorum.Gazeteci ablada arkamdan kalkıyor.Diyorum yeter bu geceki abukluklar son bulsun.Maazallah başka bir arkadaşın arar ya da birilerine rastlarsın benim bünyem bu kadar alışık değil sen takıl biraz daha istersen deyip müsade istiyorum.

Yolda kulaklarımda hala elektro sazlar çalıyor .Zılgıt sesleri perde perde yükselerek sazlara eşlik ediyor....

Oyy diyorum sanki oranın kokusu atmosferi üzerime sindi.15 dakikada Gönül Yarasında pavyonda türkü çığıran Meltem Cumbul oldum sanki..

Nihayet evdeyim.Akşamdan beri yaşadığım acayiplikler son buldu...

Huzur,sessizlik ,nane çayı ...

Bir de usulcacıktan Bülent Ortaçgil'e sığındım.Tam da bunları yazarken "... Ben bunları kimseye anlatmadım diyor..."

Ama ben bunları anlatıyorum sıcağı sıcağına ...

Uyumak varken yazmak geliyor içimden.Gecenin abukluğunu,asidini, alır belki diye ...

Dip sos:Bülent Ortaçgil'in bu dingin sesinin ,enfes gitar tınılarının arasından sanki bir yerlerinden deminki lelelelele sesleri fırlayacakmış gibi geliyor hala :((( .

1 Aralık 2010 Çarşamba

ÖYLESİNE...


Şimdi Adaş yiğen gelince hooop yazacaklar değişti ister istemez.Ondan önce aklımda olanlar neydi yazmak için? Az biraz karışık...

Kötülerden başlayalım.Cumartesi seminerleri...Kızılderililer...Şayet bu hafta yazılacaklar,cümleler artmaz ise proje dışı kalabilitemin fazla olması...Nisandan beri az buçuk kızlderililere bulanmışlığım ...Her ne kadar yazmasam da.Kızılderili kolyem ,kızılderili oyuncaklarım,bir sürü kızılderili filmlerim ... izlediklerim ,dinlediğim müzikler okuduğum kitaplar...Artı mıdır ?Hayır ...İddia ediyorum elimdekilerle başka biri olsa çoktan uçururdu projeyi.Kör noktama geldi.Olduğu kadar kotarmak niyetindeyim artık....

Çok şükür yazıyorum kaç gündür.Kriz bizi teğet geçti sanırsam...Ama buruk bir proje şeklinde ilerlemekte kendi çapında ...

Başka?Zilsiz'im geçen hafta bir gün öncesinde alo dedi."Kendi kendine konuşmaktır aşk" dedi "hadi gel" gittim kendi kendine konuşmak mıdır hakikatten aşk diye?Sonradan öğrendim ki Cezmi Ersöz'müş yazan.Aman bir severim, pir severim kendisini,biraz kasma gelir kelimelerle olan iştigali.. :p Olsun bilmeden gittiğim iyi olmuş .Kalp grafiği gibi inişli çıkışlı bir günde fazla bağırtılı bir oyundu ...

Lakin Cezmi abi'yi bilmeden bir söz akıl köşeme takılır gibi oldu sanki akıl-yürek köşemde bir yere..."Hayat kendi kendimize söylediğimiz yalanların toplamıdır..."

Ya da bu bağlamda bir şeydi.

O geceye ait çorbacıda içilen çakma biberiyeli çorba,taze zencefilli çay,Ara cafe,Zilsiz ve tebaası...

Ve son olarak.

Denizde karartı varsa,Kazım varsa dinlenenler içinde,derim ki "işte öyle bir şey..."

30 Kasım 2010 Salı

YİHHUU !!!



Tarihe notumdur.


Bu sabah itibariyle İstanbul 'da bir hastanede bir bebek dünyaya geldi.Bu bebeğin diğer binlerce bebekten ne farkı var.Annesinin dört kere dünyaya getirdiği ama maalesef sağlık sorunlarından dolayı yaşamadığı kardeşlerinin sonuncusu ve sağlıklısı.Bir süpriz yaptı anne babasına ve hiç beklemedikleri bir anda "ceee ben geliyorum" dedi.


Annesi ofisimizde bize güzel yemekler pişiren ve bana bıkmadan usanmadan her daim kahve yapan ve gün içersinde güzel saf kalbiyle bana enerji veren en olunmaz anlarda sıkıntılarda farklı bakış açısıyla rahatlatmaya çalışan o anlarda bile acaip yorumlarıyla beni gülmekten öldüren Elmas'ımız.


Hamileliğinin son dönemlerinde yine sıkıntılar baş gösterdi.Bebek su kaybetmeye başladı.Bana dedi ki "Biliyomusunuz sizin isminizi koyucam kızıma bana siz uğur getirdiniz.Hem kızımda sizin gibi sabırlı ve tuttuğunu koparan biri olsun,sizin gibi inatçı olsun .Annesi gibi sessiz olmasın ezdirmesin kendini."Bu sözleriyle beni gider ayak yine çok mutlu etti.Yirmi gündür hastanedeydi.Her seferinde ondan telefon geldiğinde tatsız bir şey duymak endişesindeydim.


Ama bu sabah onun telefonuyla gözümü açtım.Dedi ki "Adaşınız da gözlerini dünyaya açtı"Afyonum patlamadan içimde sanki havai fişekleri patlamaya başladı.Hani Allah uzun sağlıklı ömürler versin kaç tane yiğenim var bir sürü arkadaşlarımın çocuklarının doğumuna şahit oldum.Uzun zamandır bu kadar sevindirici bir doğum haberi almamıştım.Artık çocuk sahibi olmaktan ümidi kesmiş anne babaya bu dünyada verilebilecek en güzel hediye.Allah tüm isteyenlere nasip etsin inşallah.
Ve son olarak...
"Biricik kızımız ,gözümüzün Nur'u ,sevdiklerinle sağlıklı,huzurlu ve hep mutlu mutlu yaşa olur mu?İyi ki doğdun.İyi ki inatla hayata tutundun.Hayat bazen üstüne üstüne gelecek.Olsun aynen şimdi yaptığın gibi sana söylenenlere değil kendi bildiğini yapmaya devam et.Ha bu arada inatçlığının bana benzemesini isteyen annen eminim pişman olacak bir süre sonra ama olsun.

Sen bu yolda devam et :))"
Öperim o güzel yanaklarından.
Adaş teyzen.






17 Kasım 2010 Çarşamba

BU BAYRAM...


Ben bu bayramda kesilen hayvanların hiçbirini görmedim.

Evet kafamı deve kuşu gibi toprağın altına soktum.televizyon seyretmedim.Gazete okumadım."Yazıktır... "diye anlatmaya teşebbüs edenleri susturup konuyu değiştirdim.
Ben bu bayram o iğrenç katliamları görmezden geldim.
Değiştirebildim mi gerçekte olanları ?
Hayır. !!!
Ama dini vecibeler altında hayvanlara zulmedenleri görmezden geldim...
Bir yerlerde okudum."Belki de gerçek kurban kestiğimiz o hayvanlar değil de inancımızdır.Bir kan akıtmakla yerine getirdiğimizi sandığımız inancımız..."

"Canı alınan" hayvanlar yerine ,"canı yapılan" evlere konuk oldum.Kalın
İlk ziyaret ettiğim kendisini köpek sanan kedi Çakıl oldu ne de olsa evin en büyüğü.

Küçükken geldiğinde miyir miyir sesler çıkardığı için adını miyirdek takmıştım.
Kendisi hem cinslerine duyduğum soğukluğu ve ilgisizliği yıkmış şahsiyettir ayrıca.Uyurken üzerime kurulup gözlerini aynen bu şekilde açarak dik dik bakarak gecenin bir yarısı gözümü açtığımda yüreğimi hoplatmış olsa da canımızdır ciğerimizdir.Yanaklarını kaşırken şükran duygusunu elimi yüzümü yalayarak teşekkür eder ki bu hareketiyle Ares'ten farkı yoktur gözümde...

Nadir yerlerde görürsünüz genelde kapıların üzerinde ya da dolapların üzerinde çita gibi dolanır.

Bu da Minnoş'umun kedisi Sarafina.Sahibi de aynı bunun gibi süslüdür.Süsüne olan tutkusu kedisinden belli değil mi?Bu kedisi ...
Bu da çantası..."Sarafina'nın göbeğinden mi kesip çanta yaptın ?" dedikçe "Hayır o benim Barbie çantam..."diyor.Zaten ismi de Barbie'nin kedisinin ismi...Bakar mısınız kedi bile göbeğindeki tüylerden zor ayırt ediyor çantayı :))


Ve bu da minnoşum ,halasının çikolatalı dondurması :)

Bunları yazmıştım baba Ares...Cefakar anne Kar tanesi...Kardeşlerden geriye kalan iki kafadar... İz tv olarak bize ayrılan sürenin sonuna geldik...
Sevgi pıtırcığı modunda tekrar kavuşuncaya dek hoşçakalın.
Sevgiler,hörmetler,tekrardan iyi bayramlar :)

13 Kasım 2010 Cumartesi

KESİM


Başlıktan yaklaşan kurban bayramıyla ilgili bir şeyler yazacağım yanılgısı doğmasın bu kesim başka bir kesim:)

Yakın kız arkadaşlarımdan bilirim ne zaman bunalsalar saçlarıyla oynarlar.Ya rengi değişir ya boyu ...Her hafta fön çektirmeler ,bakımlar,manikür vs.Kuafördeki o ilgi alaka bile onlara çok iyi gelir bir taraftan manikürcü kız elleriyle uğraşırken bir taraftan saçının başının yapılıyo olması keyif verir onlara kendilerini prenses gibi hissettiklerini söylerler...

Bense tam tersi boya zamanım gelmediyse uğramam .Fön çektirmekten hiç hazetmem.Saçlarım düz nasılsa kendim bir şekilde şekle sokarım programım olduğunda...

Ben de tuhaflık biliyorum ama ne yapayım bunalıyorum kuaförlerde.

O kadar etrafımda insanının fır dönmesi sürekli bir şey içermisin diye sormaları,onlarca çalışan fön makinesinin sesi,kadınların vacur vucur konuşmaları,ceketimi paltomu tutmaya kalkmaları daraltır,uyuz eder beni..

Hele öyle buhran zamanlarımda yaptırmam gereken bir şey varsa hayatta gitmem çünkü tahammül edemem o ruh haliyle etrafımda o kadar çok insanın saçlarımla oynamasına o gürültüye...

Gitmek zorunda olduğum zamanlarda genelde pazar günlerini tercih ederim ki daha relax olayım sabırla oturup kıpraşmadan insanların işini yapmasına izin vereyim diye düşünürüm.

Ama yine de içim darlanır patlayacak gibi olurum.Bütün gazateleri, dergileri yığarım önüme ki bir şeyler okurken kendimi kaybedeyim ve vaktin nasıl geçtiğini anlamayayım isterim.

Geçen hafta sabah işe gitmeden önce uğradım kuaförüme.Boya -badana kısmını atlattıktan sonra her zaman "Kırıklarını alır mısın? " yerine o kelimeyi küllüm kullanmayan ben "Kısaltalım" dedim.Kuaförüm inanamadı tabi dalga geçtiğimi sandı "Yo ciddiyim saçımı kesebilirsin" diye yineledim.Dünden razı olan kuaförüm bastı makası.

O "Ne zamandır Rapunzel gibi oldu saçların artık kısaltalım" dedikçe ben yanaşmıyordum.

Saçlarım kısalınca Benhur gibi gücümün azalacağına mı inanıyorum nedir ayda yılda bir kestiririm saçlarımı.

Ama baktım ki Fadime olma yolunda ilerliyorum."Tamam" dedim vur makası usta...

Saçım kesildikçe,kısaldıkça sanki üzerimden yük atıyomuşum gibi hissettim.Önleri iyiden iyiye kısaltıp sonra pırtık pırtık rötuşlarken bir an yıllar önceki görüntüm geldi aklıma...
Aynı surat ifadesiyle o halinden bulunduğu yerden hiç memnun olmayan o somurtuk küçük kızı gördüğüme yemin edebilirim.O zaman ki kuaför maceralarımı hatırladım.Saçlarım kesileceği zaman annemle orduevinin yolunu tutardık.ben öfleye pöfleye koltuğa oturur kurbanlık koyun gibi beklerdim benimle ilgilenen asker abiyi.Saçlarımı kısalttıkça yanaklarım domates gibi çıkardı.Ve ben aynı o zamanlarda da aynı bugün ki gibi öfleye pöfleye bu işlemin bitmesini beklerdim.Beni oyalamak için getirilen tostlar meyve suları hiçbirşey umrumda olmazdı.
Heyhat ! bir insan yedisinde neyse yetmişinde de aynısı oluyormuş gerçekten...

Kesim bitip fön çekilirken içeri bir bayan girdi kısacık kesilmiş erkek saçlarına röfle yaptırma isteğini söyledi.Kuaförümde "Keşke dün kestirmeden önce söyleseydiniz röfle yapar ondan sonra kesimi yapardık" dedi."Eyvah eyvah "dedim içimden ablaya da benim gibi esmişler kestirmiş ama sonrasında hoşlanmamış ki bir renk katmaya çalışıyor."Yok" dedi "zorda olsa röfle istiyorum "...Erkeklerin üç numara traşından az biraz uzun saça nasıl röfle yaptılar ,o röfle paketleri nasıl tuttu merak ettim ama benden sonrası tufan deyip işim biter bitmez güne karıştım.

Şimdi saçlarımı kestirdim ya şüpheleniyorum.Acaba depresyona mı giriyorum ?Bundan sonraki adımım alışveriş çılgınlığı mı olacak?

Haydi hayırlısı...

Ha bu arada buralarda olamazsam herkese iyi bayramlar.

Umarım yurdum insanı kurban kesmekle,katletmenin aynı şeyler olmadını anlamıştır bu bayram.

Çoluk çocuk o bildik vahşet kesim tablolarına şahit olunmaz.

O zaman sakatsız ve sakadatsız günler olsun hepimize :)

10 Kasım 2010 Çarşamba

PENCE(NDE)RE



İşten geç çıktım yine .Bin tane ipin ucunu bulmaya, bulduktan sonra birbirine bağlamaya çalıştığım günlerdendi.Artık böyle olmadığı zamanlar garipsiyorum rutine bindi...


Gün ortasında çok sevdiğim doktorumu aradım nihayet.Bir süre önce öğrendiğim ama hep nedense reddettiğim ertelediğim o acı haberi teyit etmiş oldum.Akciğer kanseriydi ve ocağa kadar burda yoktu.Yurt dışında tedavi görecekti.Çok moralim bozuldu.Sanki aradığımda yine o çıkacak telefona ve söylenilenler bir söylenti olacak kalacaktı.Gerçeğin beş parmağının izi çıktı yüzümde:(
Çıkışta işime yakın bir arkadaşıma uğradım biraz kafamı dağıtayım diye o bile neşelendiremedi beni her zamankinin aksine...

Yorgun argın geldim niyetim duş alıp hemen uyumak.
Gözlerimi kapadım.Ama kapamamla açmam bir oldu.
Aman Allah'ım o hengamede farketmedim nasıl bir vızıltı var dışardan gelen bu kedi gibi miyavlayan benim pencerem mi ?

Pencere pencere değil mübarek mart kedisi ve üst kattaki pimapenlere kur yapıyor.

Yahut yeni doğmuş bebek gibi ağlıyor...

Ya da keman çalmayı bilmeyen biri almış eline o muhteşem melodiler dökülen aleti arşe yerine paslı bir jiletle lime lime ediyor telleri ...

Gerçi telli değil üflemeli bir çalgıyı örnek vermek daha doğru olur sanırım.

Zurna ? evet evet zurnanın zort dediği yerdeyim ne de olsa...

Nasıl hissiyatımı anlatabildim mi ?kulaklarınızda canlandı mı ?

Benim gibi çıt çıksa uyuyamayan birine yapılacak şey midir şimdi bu ?

Bütün saçlarım havada Mac Gayver gibi türlü icatlar yöntemler denedim yok.Pimapen bir gecede ne olur da yamulur bilemedim.Rüzgar mı ters esiyor çözemedim.Panjuru indirdim ordaki akımı keserse belki ses azalır ya da kesilir diye o da olmadı.

Resmen canlı gibi ...Ben sinirlendikçe o da bana karşılık veriyormuş gibi geliyor.Arada bebek vızıldaması gibi de sanki sesinin şiddeti perde perde yükseliyor...

Hani dicem ki bir gece de pencerenin pimapeni yamuldu.Ama panjuru kapatıp hava akımına baraj gibi set çektiğim halde nerden o sesi çıkartacak akım oluşur.

Yatağım haricinde kanepede falan da uyuyamam.Ne güzel aman sabahlar olmasın modundayım artık bu gece.


Şu an kulağımda kulaklıklarla son ses müzik dinleyip o iğrenç sesi duymamaya çalışıyorum.


Uykum mu ?


Ne idüğü belirsiz bu iğrenç mart miyavlaması ,bebek mızıldaması,keman böğürttürmesi ,zurna zortlaması karışımı sesin yanında dağa kaçtı yandı bitti kül oldu...

24 Ekim 2010 Pazar

Kültür mantarı



Biliyorum nicedir ıssızladım buraları.


Soğuk havalarla birlikte sıcak şehirlere göç etme isteğine sahip bünyeyi hay huyla eylendiriyorum öylesine işte.


İş güç aynı yoğun ve tatsızlıkta süre gitmekte şimdilik.


Bir şeylerin sonlarına yaklaştıkça başlangıçlarım artıyor.Haydi hayırlısı :))


Kültür mantarı gibi o tiyatro senin bu sinema benim oradan oraya akmaktayım.


Önceki hafta sonu Levent Üzümcü'nün "Tehlikeli ilişkileri"ne gittik .Çekirdek kadrodan Burcu kuş ve mercimek son dakika yan çizince Zilsiz'imle ve iki arkadaşımızla birlikte izledik oyunu .Hoş ben trafiğe takılıp 10 dakika gecikince içeri alınmadım.Birinci yarıda onlar oyunu izlerken ben dışarıda sıkıntıyla pazar günü trafiğine söylenerek arayı bekledim.Allah'tan daha evvel sinemalarda Michelle Pfeiffer 'ın oynadığı bir film olduğundan konuyu biliyordum.İkinci yarıda zorlanmadım ama tekrar gitmeyi planlıyorum.Levet Üzümcü'nün peformansını çok beğendim.Beni yakinen ilgilendiren kostümler de çok iyiydi.


Sonra çıkışta ne zamandır gitmediğimiz Mihribah Sultan'a gittik.Rahat beş senesi var herhalde.Epey değişiklikler olmuş ama ben eski salaşında salaşı hallerini bildiğimden yeni çehresini çok sevmedim.


Cuma akşamı da Lüküs Hayat müzikaline gittik.Kültür mantarı diye boşa demiyorum :)


Artık Devlet Tiyatrolarının klasikleri arasındaki bu oyunu maalesef ilk defa izledim.Çocukluk yıllarımdan hatırlamaktayım sanki tvlerde oynamıştı bir aralar.Konuyu bilmeme rağmen 3,5 saate yakın süren oyunu keyifle izledik.O kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum takdir ettim doğrusu.Yeni adaptasyonlarla,Zihni Göktay Ferhan Şensoy'un Ferhangi şeyleri havasında giydirmeceler yapıyordu oyunda çok beğendim.Oyun bittiğinde ortalık alkıştan yıkılıyordu .Avuçlarım patlayana kadar alkışladım sanırım.Zihni Göktay'a Allah uzun ömürler versin.Ve biz daha çok gidip onu ayakta alkışlayalım avuçlarımız kızarana kadar inşallah.


Cumartesi günü seminer vardı .Geçen hafta olduğu gibi dün de film izledik.daha evvel izlediğim ödüllü bir filmdi.Ama hiç sıkılmadan bir daha izledim "Pan'ın labirenti'ni".Bazı sahneler tokat gibi insanın suratına çarpsa da kesinlikle izlenecekler arasında olmalı . Geçen cumartesi de sinema günüydü seminerde. "Herşey aydınlandı"yı izledik yine hep birlikte.Çok beğendim fimi .Nefis bir kurgusu vardı filmin.23 yaşındaki Jonathan Safran Foer'in gerçek hayatından kaleme aldığı ilk romanı sonrasında film yapılmış. ilk fırsatta kitabını da okumak istiyorum .


Seminer çıkışı Java aradı.Sinemaya gidelim dedi.Ben caddede o karşıda olunca makul bir saatte gidemedik filme.Son matineye bilet alıp."Aşka fırsat ver"e gittik.Bu saatte film izlemeyi seviyorum kimsecikler olmuyor.Hele böyle Fransız filmlerini pek seven olmadığından bizim gibi üç beş kişiyle izleyebiliyorsunuz filmi.Ayaklarımı öndeki koltuğa uzatıp yatar pozisyonda izledim keyifle.Java'da filmi çok sevmedi ama ben yönetmenin "Cesaretin var mı aşka"dan tarzını bildiğim için çok beğendim.


Sonra dikkat ettim fil ekimini kaçırdım diye hayıflanan ben nerdeyse iki hafta içinde 1,5 tiyatro ve 4 film izlemişim.Bir şeyler izlemek zaten çok dolu olan kafamı boşaltmaya iyi geliyor bu aralar o sebeple...


Eylemlerimiz devam edecek ;)


İyi haftalarımız olsun :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Ye ,dua et, sev...


Cuma gecesi son dakika ters gelişen işler dolayısıyla işten gece 23.00 e doğru çıktım.Halbuki Badoş'umla yeni vizyona giren "Ye dua, et ,sev'e " gidecektik.


Filmden önce İstiklalde kızlarla sürekli gittiğimiz mekanda sebzeli noodle yiyip bir kadeh kırmızı şarap içecektim.Filmin ilk şartını yerine getirdikten sonra dua ede ede filme girip Julia Roberts ve Javier Bardem'li bu filmi sevecektim :)


Tabi bunların hiçbiri olmadı.O saatte işten çıkınca kös kös Badoş'lara gidip kendini köpek sanan kedisi Çakılı mıncırdım uyuyana kadar.Cumartesi sabah önceki günün stresini hala üzerimden atamadığım için kendime tatil ilan ettim ve işe gitmedim.Badoş'um teyzesini şımartmak için nefis bir kahvaltı hazırlamıştı.Arkasından içilen türk kahvesi,ve olmazsa olmazı ablaya silah zoruyla baktırılan kahve falı.saat öğleyi geçerken evden çıktık.


Geçen hafta başlayan seminerden dolayı asya yakasına doğru yola koyulduk.Bu dönem bizim çekirdekteki kızlar artık seminere devam etmiyorlar o yüzden biraz keyfim kaçık.hep birlikteyken lise yıllarımızdaki gibi dördümüz arkada çok güzel kaynatıyoduk .


Neyse Badoşla korkunç bir trafikte cebelleştikten sonra yarım saat rötarla vardık oyuncak müzesine.Salona girdiğimde bizimkiler çoktan başlamışlardı.Akgün Hocanın gösterdiği bir fotoğrafın hikayesi yazılıyordu o anda.Arka arkaya "on resime on hikaye yazacaksınız" demişti Akgün Hoca. Ama aynı fotoğrafın farklı açılardan çekilen görüntüsüne, ayrı on hikaye yazmamız istendi bizden.


Ne zamandır diğer oyuncak hikayesi ile ilgili kalem kıpırdatmıyordum.Belki bu konuyla ilgili piyasadaki hemen hemen tavsiye edilen bütün kitapları ve filmleri aldım bir çoğunu okudum ve seyrettim.Ama nedense bu aralar Geronimo'ya elim gitmiyor.Biraz ayrı kalalım istedim kendisiyle...


Neyse zaten seminere gecikmiş olmanın stresiyle bir sarıldım kaleme ardı ardına yazıyorum aklıma gelenleri.Ne yazdığımın hiç önemi yok o anda sanki sağanakyağan yağmur gibi kelimeler cümleler beynimden kağıda akmak için birbirleriyle yarışıyorlar .Yazdım yazdım yazdım...


Hiçbir cümlemi okumadan sadece içimden geldiği gibi yazdım .


Son hikayeye geldiğimizde Akgün Hoca bize bir cümle yazdırdı ve devamını getirmemizi istedi.Yine ışıklar sönene kadar aynı şevkle yazdım.Sonra sınav kağıdı gibi teslim ettik hikayelerimizi.Sonrasında ne olacak bilmiyorum.Ama çok merak ediyorum tek satırını bile okumadan o anda spontane kurguladığım fotonun hikayelerini.Eğer bize geri verilirse burda yayınlarım belki bütün halde.


Sonunda hepimize tombala çeker gibi elindeki poşetten magnetler hediye etti .Herkese farklı farklı figürler gelirken bana iki kere kelebek çıktı.İçimden güldüm kelebeklerim beni orda da geldi buldu diye.


Çıkışta çekirdektekilere hayıflanarak çıktım.Şimdi olsalar ne güzel Çiya yapardık dedim.Ben böyle düşünürken seminerden başka arkadaşlar sanki iç sesimi duymuşlar gibi hadi yemeğe gidelim dediler.Oturduk hep birlikte keyifli bir yemek yedik sohbet ettik projeleri masaya yatırdıktan sonra kalktık.


Ertesi gün Badoş'umla filme gitmeye karar verdik.Zilsiz'i arayıp onuda ayarttık.Kitabı ilk çıktığında almıştım ama bir türlü ona sıra gelmemişti.Hatta geçtiğimiz doğum günümde Zilsiz'im ikinci kitabını da bana hediye etmişti.Ama ilkini okuyamadığım için o da bekliyor sırasını.
Film güzeldi yer yer hızlı geçişler kopukluklar olsa da tam kız kıza gidilecek kafa yormadan seyredilecek pazar günü sinemalarından biriydi.Konu itibari ile benim gibi ülke ülke dolaşmak isteyen bünyeler için çok tahrikkar bir filmdi.Her seyahatinde iç çeke çeke özenerek izledim ablayı.İtalya kısmı bana göre en eğlenceli kısmıydı .Ne de olsa bol bol makarna ve şarap giriyordu sahnelere ki tam benlik :)Bali 'de Javier Bardem çok bayıktı.Ama ablanın kaldığı eve manzaralara bayıldım.Birde keşke bizimde elimizin altında öyle kankaya bağlayacağımız şifacılardan olsa dedim.Kader işte !


Çıkışta Badoş'un yurda dönmesi gerektiği için bizden erken ayrıldı.Hava o kadar güzeldi ki biz de Zilsiz'imle İstiklal'de ordan oraya fink attık.Güzel güzel sohbetler ettik.Önümüzdeki günlerle ilgili programlar yaptık.Kararlar aldık.Alışveriş yaptık.Hani ertesi güne iş olmasa sabaha kadar kalacaktık herhalde İstiklal'de.
Sonra onun işleri benim işlerim ağır bastı ayrıldık.
Ama eve geldikten sonra bütün işleri yarın akşama bırakıp filmdeki gibi " hiçbir şey yapmamanın hazzını "yaşadım.
Bol atraksiyonlu günlerin ardından iyiymiş.yapabilenlere tavsiye ederim.
İyi haftalar olsun hepimize...

7 Ekim 2010 Perşembe

ÇEKİRDEK


Günlerdir seferi durumdaki blogerın kafasındakiler birikir birikir şunu da yazsam bunu da yazsam der sonunda ne olur pöf daha sonra der erteler hepsini.Ama sonuncusunu ertelemez ,pas geçemez çünkü hatırladıkça içini ısıtan son zamanlarda en keyif verici maddelerden biri olan çekirdeğin buluşmasıdır söz konusu olan...

Zaten blog sahibesi artık ne karar almıştır ?

"Tatsız olayları suya,güzel ve keyif aldığım anları buraya yazayım :)"

İşte kelimeler uçmadan,fotolara baktıkça hatırlanmalık o gün...

Geçtiğimiz salı hem Burcu kuşumuzun doğum gününü kutlayalım hem de çekirdek olarak çiya buluşması yapalım dedik ama Burcu kuş "eve gelin evde olalım" deyince Moda'ya doğru yollandık.Zilsiz'imle Nişantaşı'nda buluştuk " Köprüde intihar girişimi var yollar kapalı " deyince vapur keyfi yaparak Kadıköy'e gidelim istedik iskeleye vardığımızda son dakika kapıları kapattılar.İkna kabiliyetimin görevliye işlemediğini görünce hafiften adamla papazlık oluyordum ki vapur hareket etti.Söylene söylene çıktık iskeleden.Yine denizden vazgeçmeyip Üsküdar'a motorla geçip deniz keyfimizi bölmedik.Daha yolda fotolar çekerek,sohbet ederek karşıya geçip Kadıköy'de bizi bekleyen mercimek hanımı aldık.

Merdivenlerde kırmızı kalpten oluşan pastamızın mumlarını yakıp zili çaldık ama pek beklediğimiz reaksiyonu alamadık.Cin Şükrüye anlamış böyle bir şey yapacağımızı...

Burcu kuş her zamanki gibi çok güzel şeyler hazırlamıştı.Hep birlikte sofrayı hazırladık.Gülme krizleri arasında yemeğimizi yedik.Biz dördümüz bir araya geldiğimizde zincirlerimizden boşalıyoruz sanki.Kapı gıcırtısına bile gülüyoruz.Hele Zilsizim ve mercimek o kadar şen kahkahalar atıyor ki onların gülmesine gülüyoruz en çok .


O akşam Burcunun eşi ve ingiliz misafiri de bize yemekte eşlik ettiler.Çekirdek yine çekirdekliğini gösterince ,Martin "gülme gazı mı var "odada diye ciddi ciddi sormaya başladı Burcu Kuş'a...

Sonra kırmızı kalp pastayı getirdik .Pasta bizim vapur telaşından hafif yalpalanınca üzerindeki yazılar falan kutuya yapışmış .Yaratıcılık dehası olarak üzerindeki yazıyı süngerle silip üzerine kalemle yazdım.(Akgün Hoca yaratıcılığımın sadece bunlara çalıştığını bilse eminim beni bir daha derslerine almaz :))



Anne adayı Burcu kuşumuz müstakbel kızıyla birlikte(Bir tek ben kız diye iddia ediyorum.Eşi dahil hepsi oğlan diyor bakalım inşallah bir kaç ay sonra ben doğru tahmin ettiysem "ben demiştim" demek için burda en azından bir delil bırakayım :))



Hepimiz için anlamlı yonca kolye takıldı Burcu kuş'un da boynuna.

Pastalarımızı yedik kahvelerimizi içtik ve Zilsiz'imin fincanında kocaman bu bariz boğa kafası çıkınca boğa burcu olan ben her yerde yaptığım gibi hemen bu anı fotoğrafladım.İnşallah bu boğa şans getirecek güzel arkadaşıma ;)
Sonra işler konuşuldu,günlük hay huylar,planlar,programlar...

En tatsız konular bile saatlerce gülmüş bünyelere pek koymadı.

Dert üstü ,murat üstü şekilde pişmiş kelleler olarak kalktık .Yolda hala kıkırdiyorduk.
Bu güzel geceden çok komik fotolar,sarı üzerine kırmızı kalpli Barcelona işi mutfak eldivenleri(Zilsiz'im tekrar sağol :) hatırladıkça yüzümüzde tebessüm yaratan o güzel gecenin anıları kaldı.

Son olarak bir de burdan o halde ;

Nice Senelere Burcu'm herşey gönlünce olsun.Eşinle,bebişinle,kedilerinle hep böyle rengarenk ol.Biz de nasiplenelim o renklerden.Çekirdeğin diğerleri gibi seni çok seviyorum :)

Sevgi pıtırcığınız...


1 Ekim 2010 Cuma

BULUT





Mavi gökyüzünü yer yer örten pofuduk tüylü koyunlar gibi bembeyaz bulutlar sözüm size !!!

Şu an sırt üstü çimenlere uzanıp sizi türlü türlü şekillere benzetesim var.

Heyhat Kader!

Work must go on !

29 Eylül 2010 Çarşamba

ACI

Hareketli bir gündü akşam üstüne doğru arkama yaslanıp soluklanmak isterken aldım haberi.



Bir ay önce bir müşterimiz kızıyla birlikte ofise gelmişti.Annesiyle kahvelerimizi içerken havadan sudan yaptığımız sohbet bir şekilde yanındaki kızına döndü.Kızını anlatmaya başladı gururla ve övgüyle .Yakınlarda iyi bir bankada işe başlayacağını sonraki hedeflerini yurt dışında aldığı eğitimleri v.s .Kahvelerimizi içtik tekrar görüşmek üzere vedalaştık her ikisiyle de.

Akşam üstü ortak bir tanıdığımızla telefonda konuşurken "olanları duydun mu ?" dedi."Hayırdır ne oldu ?" dememle beni altüst eden o kötü haberi verdi.İsim kullanmak istemiyorum ama bir ay önce annesiyle birlikte ziyaretimize gelen kızımız bir kaç gün önce bir apartman boşluğunda ölü bulunan kızımızmış.

Kahroldum.Ne diyeceğimi bilemedim.Belki sadece bir saatlik bir tanışıklığımız vardı.Ama o gün annesinin ona bakışı ,gururlanışı ,geleceğiyle ilgili yaptığı planlar hepsi kulağımda tekrar tekrar dönüyor.


Ailesi perişan olmuş .Ben dış kapının mandalı olarak bu kadar üzülmüşken sevenlerini düşenemiyorum.Offf ! Allah yardımcısı olsun annesinin.

Şimdi bir sürü şeyler yazılıyor çiziliyor konuyla ilgili.

Hepsi fasa fiso.

Ben o gün pırıl pırıl parlayan idealleri olan çok tatlı bir genç kızla tanışmıştım.

Artık yok.

Allah rahmet eylesin.

26 Eylül 2010 Pazar

TULUYHAN UĞURLU

Dün gecenin aksine bir hafta öncesinden Tuluyhan Uğurlu'nun Sirkeci garındaki geleceğe yolculuk konseri için sözleşmiştik arkadaşımla.

Tuluyhan Uğurlu'nun konserine ilk kez gidiyorum.Konserlerini izleyenler ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.Yerebatan Sarnıcın'da,Arkeoloji müzesinde v.s çok başarılı konserler verdi.Şöyle iyidir böyle iyidir diye.Belli bir fan kitlesi var.İyi madem ben de gideyim dedim ama ikinci yarıya kalamadım.Geleceğe yolculukta maalesef ilk arada inmek zorunda kaldım.


Dün gece olduğu gibi bu gece de " ...Hayat dudaklarda mey, Eğlen oyna durma hey !
Yaşamak ne güzel şey..." tandansını yakalayayım her gece, her gece konserlere gideyim ,eğleneyim ,sevgi kelebeği gibi ordan oraya konayım istiyordum ki bünyeye iki konser ağır geldi.



Öğlen yediğim yemek mi dokundu ,dün gecenin gazına içtiğim corvusun azizliğine mi uğradım bilemiyorum ama midem pek keyifsizdi.

Bu geceden notlar;

Zaten kaçık keyfim aradığım ortamı bulamayınca daha çok kaçtı.İlk yarıda pek müziğe kaptıramadım kendimi .Bir kere seçilen salon çok havasızdı.Ses düzenini beğenmedim.Enstrümanlar çok boğuk ve sesler birbirini kapatıyordu.Tuluyhan Uğurlu nedense çok parlamadı gözümde.İlk dakikadan itibaren sanki fazla türbüne oynar şekildeydi mimikleri kafa sallamaları falan.Beni yordu.Müziğin girdabına kapılamadım.

Roland yeni elektronik piyanosunu tanıtması için Tuluyan Uğurlu'yu seçmiş belki ilk olmasının senkronsuzluğumuydu bilemedim ama olmadı.


Arada kimseciklere belli etmeden süzüldüm o kalabalıktan doğruca eve geldim.Nane çayımla kaçan keyfi yakalamaya çalışıyorum.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Yüzünü Dökme Küçük Kız


İşten geç çıktım.Saat sekizi geçiyor. Hava yağdı yağacak ...Trafik kilit... Nişantaşı'ndayım ...Taksi yok... Eve kimbilir kaç saatte gidicem...

O anda aklıma geldi kırkbeş dakika sonra başlayacak olan konser.

Bu kadar kısa sürede kimseyi çağıramam.

Olsun tek giderim ben de.

Bilet var mıdır yok mudur onu bile bilmiyorum .

"Hadi diyorum İzDüŞümler" buna değer.

Taksi hala yok aşağı Beşiktaş yokuşunu yürümeye başlıyorum.On dakika sonra Beşiktaş'tayım yarım saat sonra da Kuruçeşme de...Vee bingo bilet var.Biletimi alıp kapıdan içeri giriyorum.Girişte kullan at sarı yağmurluklardan veriyorlar.Bir taraftan yürüken bir taraftan çin malı yağmurluğu üzerime giyiyorum.Çok komik belediye görevlilerine benzedim olsun yine de çok keyifliyim.

En arkalarda sahneyi ortalayacak şekilde oturuyorum .

O anda yağmur çiselemeye başlıyor.

Onlar da sahneye giriş yapıyorlar.

Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil ...

İlk şarkıda "iyi ki" diyorum şu an trafikde boğulmak yerine "iyi ki" buradayım ."Yüzünü dökme küçük kız " kafamdaki sarı yağmurluğumla tam da böyle hissediyorum kendimi işte... Yağmur damlalarının yüzümü ıslattığı gibi bu şarkıda yüreğimi ıslatıyor sanki...Zuhal Olcay nefis söylüyor.

İkisini de çok beğenirim ama bunca zamandır ilk kez konserlerine geliyorum.Boğazdan esen rüzgar ,yağan yağmur denizin üzerini aydınlatan arada çakan şimşekler bu ilk konseri daha da bir orjinal hale sokuyor benim için.

"Ölsem de bir kalsamda bir,Yalnızlar rıhtımında,Nisan yağmuru,Sus duymasın,Ben varım,Canım senle olmak istiyor,Çaresizim,Halka açık,Yine aşk var,Olmalı mı olmamalı mı,Oyuna devam,Pervane, Yonca Kategorize etme ..."teker teker ya da birlikte usulcacık söylendi.

Yağmur durdu ama sarı yağmurluğu sevdim ya hala üzerimde...

"Eylül akşamı,Aşkın en mavi hali,El gibi,Sensiz Olmaz,Güller ve dudaklar,Yüzünü dökme küçük kız" en sevdiklerim .Bu şarkılarda sanki evdeymişim gibi bağıra bağıra eşlik ediyorum onlara .Sanki art arda bu en sevdiğim şarkıları bir tek bana özel söylüyorlar.

Ah diyorum keşke bir kadeh kırmızı şarap olsa bu şarkıları dinlerken ne güzel olur.

O kadar dinginim ki sanki deniz kenarındayım da suda taş kaydırıyorum.

Konser bitti.Trafik açılmış,taksi sebil.Eve doğru yola çıkıyorum.

Eve girdiğimde uykudan eser yok eh o zaman diyorum bu gece hiçbirşey eksik kalmamalı .Bozcaada Corvus'larımın sonuncusunu bu geceye yakışır deyip açıyorum.

Baş ucuma koyuyorum aynı az evvel dinlediğim şarkılar gibi...

Yüzünü dökmeyen küçük kız şerefine kaldırıyorum kadehimi...

16 Eylül 2010 Perşembe

SON ÇIKIŞ

Köprüden önce son çıkış...

Deniz,güneş,balıklarla yüzmek...

Dün bir anda esti.

Arkadaşlarımın Bodrum'a gel ısrarı,istanbul'un puslu havası,insanların moralsizliği,referandrum,taşınma komşu muhabbeti falan acaip boğuldum.

Aklımda yokken THY yollarına tel açtım ilk defa istediğim gibi rahatça yer buldum.Korkunç bir trafik beni bekiyordu yılmadım.Sırt çantama aldığım iki üç parça elzem eşyayla havaalanına geldim.2 saat sonra başka bir şehirde başka bir mekandaydım.

Sabah gözümü başka bir şehirde açmak
süpermiş .

Yine eskisi gibi kafama estiği yere hiç plansız programsız pat diye gelmek iyi hissettirdi.

Bundan sonra azimliyim kararlıyım..

Süpürge misali çat ordayım çat burda...

En güzeli...
:

14 Eylül 2010 Salı

OHA

Hayatımda hiç bu kadar aptalca bir şey duymadım.Eski erkek arkadaşım sadece bizim semte taşınmakla kalmamış aynı zamanda benim oturduğum apartmana taşınmış.17 katlı 68 daireli binada artık eski erkek arkadaşım ve eşi oturuyor.İstanbul'da bütün semtler bitti,bütün apartmanlar bitti geldi benim apartmanıma taşındı.

Hangi mantık, hangi akla hizmet?

İyi ki karşı dairem değil diye dalga geçerken şaka gibi aynı apartman.Ve en kötü olanı kaç yıldan beri aklımdan ve çoktan kalbimden çıkan kişiyle apartmanımın önünde karşılaşıyorum.Burun buruna geliyorum.

Off bu kadarı da yeter ama.

Bu bir kabus olmalı.

Küfürden nefret eden ben şu an bildiğim bütün küfürleri savuruyorum.

Ve artık biliyorum insanlar sebepsiz katil olmuyorlar.

Önümüzdeki günlerde 3.sayfa haberlerinden birinde beni okursanız şaşırmayın.

7 Eylül 2010 Salı

MİNİ FOTOROMAN

Merhabalar.Daha küçücük iki köpüşken İz teyzemiz bizleri "ailemizin yeni fertleri diye "tanıtmıştı blogundan sizlere...Sonra pek bizi yazmadı buralarda...Aradan biraz zaman geçti.E haliyle büyüdük.Evdekilerin sevgi arsızları olduk.Ares ve Kartanesi olarak bir sürü film çevirdik naneler yedik havuzlara düştük v.s...Kendimizi sevdirmek için her türlü şaklabanlıklarla ilgiyi her daim üzerimize çekmeye çalıştık.Hele ben az mı o demir parmaklıklara kafamı sokup sıkışıp kaldım ?Veteriner amcam az mı koştu yardımımıza?Gün geldi ,oyunlar oynadığım bu yakışıklı sırım gibi delikanlıya gönlüm kaydı.Aşkımızın doruğundayken olaylar gelişti...Gel zaman git zaman kalbimde uçuşan kelebekler karnımda uçuşmaya başladı.Ve bir gün kalktığımda karnımdaki minikler gözlerini dünyaya açtılar.Yedi tane kendinden titreşimli yavrum artık patilerimin altındaydı işte..
Artık kulübemin kadını,çocuklarımın anası olarak mazbut bir hayata adım attım.Sirk köpekleri gibi zıplamalar,dört patiyi birden havada birbirine vurmalar bitti.

Bu görevi aslında çok efendi ağır başlı olan eşim Ares aldı istemedende olsa.Çünkü doğam gereği yavularımızın yanına şimdilik onu sokmuyorum.Bana da elleşemiyor.Yaklaştığında hemen dişlerimi gösterip hırlıyorum.O da sevgi arsızı gibi kulübenin dışında ilgiyi kendine çekmeye çalışıyor.

Sırnaşıyor,hayatında yapmadığı oyunlarla ilgiyi yavrularımdan kendine çekmeye uğraşıyor.



Olsun işe yarıyor bu oyunları.Yavrularım rahat rahat uyuyorlar koynumda .Ailemin fertleri ve misafirleri yavrularımı yakından görmek ve eline almak istediğinde Ares'imin yiğidimin bu numaraları rahatlatıyor bizi



Baksanıza nasılda fosur fosur uyuyor miniğim?



Ben de rahat rahat lohusalığıma devam edip bıcırıklarımı kokluyorum.Her biri o kadar güzel ki görenler hayran oluyorlar.



Biraz açıkta kalan olduğunda,onu çenemle biraz canını acıtarak da olsa güvenli bölgeye alıyorum.

Ne kadar bir arada kalırız bilmiyorum.Ama son ana kadar yavrularıma doyayım istiyorum.
Bu konuyu düşünmemeye çalışsamda gözlerim dalıp gidiyor arada bir uzaklara...

Al işte bizim hınzır başladı yine numaralarına...


Bidirikleri kıskandı ya ...
Uyuma numarası yapıp

Gıdısından sevdiriyor...
Mest oluyor...
Sonra o siyah sürmeli gözleriyle çapkın çapkın bakıyor.

Şimdilik bizden haberler bu kadar.İz teyzemiz tembellik etmezse yavrularımın maceralarını da anlatır artık sizlere...
Sevgiyle...