31 Aralık 2010 Cuma

2011

Noel baba kadar neşeli ,sağlıklı,uzun ömürlü,geyiği bol dostlarla & sevdiklerimizle beraber geçireceğimiz bir yıl olsun 2011 ...
Mutlu Yıllar

Tüm Alvinler için gelsin o zaman.Ok ?

http://www.youtube.com/watch?v=lzTG0fTLAlU

19 Aralık 2010 Pazar

GÜZELLEME




Blog yazarken tam "iyi güzel daha sık yazmaya başladım " derken yine araya bir şeyler giriyor yazamıyorum.

Yazmak istediğim çok şey oluyor ama çok sevdiğim şarkıdaki gibi zaman düşüyor ellerimden tahta boşa yuvarlanıyor ,saatler izinsiz ilerliyor ve hakikatten duygularım değişiyor.


Aynı yukarıdaki bebiş gibiyim.Asabiyim ve mazeretim var...

Bu hafta işimle ilgili bir dönemece giriyorum duygularım çok karışık.Ya herro ya da merro diyeceğim bir hafta...

O yüzden ne yapıyorum?kendimi dışarılara vuruyor bu duygularımı sağaltmaya çalışıyorum.

Dün akşam bir arkadaşımın davetlisi olarak Tim 'de sahne alan Le Quatuor'u izlemeye gittik. Gidişimiz baya olaylı oldu ama izlediğimiz her dakikasına değdi .

Çok güzel bir gösteriydi.Dört çılgının keman ve çello çalarak yaptığı stand up tadında bir gösteriydi.Sahnede neler yapmadılar ki?Enstrümanlarını arşesiz çaldılar,elbise askısıyla çaldılar.Birbirlerinin ellerindeki kemanları diğerleri kendi ellerindeki arşeleriyle çaldılar.Dans ederek,ip atlayarak,ayaklarında paletlerle bir sürü akrobasi hareketleriyle çaldılar ve söylediler.

Her biri enfes çaldı ,söyledi ve parodilerle süslediler gösteriyi.

Rock'n roll'dan Bach'ha,Mozart'tan Sinatra'ya acaip sunuşlarla çaldılar.Aralarda ciddileştikleri bölümlerde four seasons geçişleriyle beni benden aldılar .

Çıkarken dilimiz dışarda koşuşturmalı stresli yolculuğa değdi dedik hepimiz.Tekrar Türkiye'ye gelirse kaçırmamanızı tavsiye ederim.Ya da gittiğiniz bir ülkede denk gelirseniz mutalka görün diyorum ki pişman olmazsınız.

İz tv olarak hizmette sınır yok diyerek bir kuble gösteriden izlemeniz için link veriyorum ki daha fazlasını kendinizde bulabilirsiniz.

http://video.google.com/videoplay?docid=4278293178721712713#


Şehirde başka neler oluyor derseniz çok güzel şeyler oluyor.

Geçtiğimiz çarşamba bizim için özel bir etkinliğe katıldık.Beyoğlu Atlas pasajında ki bu sergi hocamızın Polonezköyle ilgili yazdığı kitabın ve çektiği fotoğafların sergisiydi.

Hemen hemen tüm ekip katıldık sergiye.Keyifli ve eğlenceli sergi sonrasında hep birlikte Ara cafeye gittik muhabbete orada devam ettik...

Sergideki fotoğraflara bayıldım.Hele bir fotoğraf vardı ki bence çok çok özel bir şey yakalamış hocamız.

Arkada yemyeşil bir çimenlik... minik bir çocuk çömelmiş minicik eliyle elindeki yiyeceği öne doğru uzatmış önündeki sevimli sincapta çocuğun elindeki yiyeceğe doğru burnunu uzatmış almadan az önce kokluyor.Hem çocuk hem de sincap nasılda sevimliydi.Fotoğraf mini roman gibi dörtleme şeklinde kitapa girmiş.

İstanbul'daysanız mutlaka görün derim.

Ondan önce de Pera müzesindeydik.Çarlık Rusyası sergisi gelmiş ayağımıza kaçar mı ?

Yine seminer ekibiyle gittik.Harika bir sergiydi bitiş tarihini bilmiyorum ama bitmeden önce mutlaka ama mutlaka gidin görün diyorum.

İz tv olarak yine hizmette sınır tanımıyor ve link veriyorum :))

http://www.peramuzesi.org.tr/sergiler/detay_sureli_sergiler.aspx?SectionID=dNPI1fv2cMmEHfhoMz6KQw%3d%3d&ContentID=gMExqMc1El%2bSO5HHdgc3nA%3d%3d



Pera'daki her gelen sergiyi istediğimizde ücret ödemeden gidebililelim diye Pera dostu kartı çıkardık .Normal giriş 7 TL Pera dostu kartı 20 TL'ye daha avantajlı...

Pera müzesine gelmişken Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisini görmeden gitmek olmaz deyip indik aşağıya.Reprodüksüyonlarına alışık gözlerimi sahicisi bir süre kamaştırdı. Sonra alışınca diğerlerinden ayrılıp bir süre daha tek başıma karşısında seyrettim yine yetmedi.Tekrar makinemle ziyarete gideceğim yakında kendisini.Belki bu hafta ayarlayabilirsem...

Önümüzdeki hafta yine süper bir sergi getiriyor Pera...

Frida Kahlo'nun ve takıntılı sevgilisi kocası Dieogo Rivera'nın sergisi geliyor.Yihhu ve yuppie diyerek bu sergiyi bekliyoruz tabi ki :)

Kültür ve sanat haberlerinden derlediğimiz haberler şimdilik bu kadar.

Görüşünceye dek hoşca kalınız efendim.

12 Aralık 2010 Pazar

TEDDY



Şimdi Zeugma iki alt postta yazdıkça güzelleşiyosun demiş ya.

Esasında nisandan beri sürekli yazma durumlarım var.

Seminerdeki projemize destek alıştırmalar babında Akgün Hoca bizlere resimler yolluyor.Bizden de o resimleri hikayeleştirmemizi istiyor.

Yukarıda gördüğünüz bize yollanılan ilk resim.On beş cümleyi geçmeyecek bir hikaye yazmamız istendi bizden.

O çalışmada 10 ayrı resmi hikayeleştirdik.Sonraki çalışmada bize yollanan iki resmi birleştirerek hikayeleştirdik.

Şimdilerde dört resmi birleştirerek çalışmalar yapıyoruz.Toplamda kaç hikaye yazdım bilmiyorum.

Yol kat ettim mi?Pek değil...

Belki vücut çalışanlar gibi birden acaip fit bir vücudum olmayacak ama bu çalışmaların sonunda muhakkak belli kas gruplarında sonuç almaya başlayacağım.

Bu örneği verirken de bilinç altımın "spora başlamak için daha neyi bekliyorsun ?" dediğini duyar gibiyim :)

Şimdi aşağıdaki hikaye ya da hikayemsi yukarıdaki resme bakarak yazılan bir hayal ürünüdür.

TEDDY

Ayaklarına, sanki tonlarca ağırlık bağlıymışcasına sürüyerek çıktı odasından.

Mutfak kapısından arka bahçeye çıkarken , tezgahın üzerinden büyük ekmek bıçağını aldı.

Bahçede salıncak kurdukları ağacın dalına ,kemerle sıkıca bağladı onu.

Her zamanki şaşkın gözlerle kendisine bakan teddy'e, ruhsuz ,ifadesiz gözlerle bakıp ilk darbeyi oyuncağın sol bacağına indirdi .


Hiç içi acımadı Kate'in ,hiç ağlamadı ...

Oysa daha birkaç saat öncesinde, annesi nöbete gittiğinde ,ayıcığına sarılmış sıcacık yatağında uyuyordu.

Yorganın üzerinden çekildiğini hissedince uyanmış,doğrulmak isterken adam ellerini tek eliyle zaptedip,diğer eliyle, belinden çıkardığı kemerle karyolanın demirine bağlamıştı Kate'i.

"Canın acımayacak Kate ,sadece biraz eğleneceğiz" diyordu üvey babası her zamanki gibi...

Kate,çaresiz yalvaran gözlerle bakıp uzanıp almak istemişti deminki arbedede yere düşen ayıcığını .

Mengene gibi el ,küçük bedenini tekrar geriye doğru çekip sırt üstü
yatırdı hoyratça.

Tavana bakarken dünya sessizleşti.

Üzerindeki üvey babasının suratı silindi ,gitti .

Ayağa kalkan teddy, pantalonun fermuarını çekti homurdanarak bir şeyler söyledi ama bir kelimesini bile duymadı Kate.

Odada yanlız kalınca,yerinden doğrulup, yerdeki kemeri ve yatağın
üzerindeki teddy'i alıp ayaklarını sürüyerek çıktı odadan...

"Canın acımayacak Teddy,sadece biraz eğleneceğiz..!!! "

9 Aralık 2010 Perşembe

MİNİK ELLER & AYAKLAR ÜŞÜMESİN DİYE





Şimdi sevgili Efsa'nın blogundan geliyorum .Çok güzel bir kampanyayı duyurmuş blogunda ...

Bizlerden de katılım ve paylaşım beklemiş.Ben de o minik eller ve ayaklar üşümesin diye önce bloguma bu kampanyayı alıyorum sonrasında mail adresimdekilerle paylaşıyorum sonrası ben de kalsın...

Ben bu kampanyayı çok sevdim.Direk gözümün önüne o küçümen ayaklar geldiği için sanırım.

Sitelerinden aldığım duyuruyu aynen paylaşıyorum.

İlgilenebileceklere ben de buradan duyurmak isterim.

Yeni yıl geliyor! Bu yıl birmilyonkalem.com çocuklar için bir şey yapmayacak mı?" diye soran dostlar,


Biliyor musunuz küresel ısınma yüzünden değil, çocuklar üşümesin diye kış gelmiyor. Bir süre daha kar yağmayacak. 172 erkek 70 kız çocuğu sizden gelecek armağan paketlerini aldığında soğuklar iyice kendini hissettirecek ve kar yağacak.


Kahraman Maraş EKİNÖZÜ Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda okuyan 340 öğrenci için birer ayakkabı, eldiven almaya ne dersiniz?


Önceliğimiz ayakkabı... Sonra eldiven....


Her zamanki gibi kampanyayı bloglarımızda duyurarak işe başlayalım.


"Ben armağan yollamak istiyorum." diyen dostlar lütfen birmilyonkalem@gmail.com adresine e-posta yazsınlar ki kardeşlerimizin ayakkabı numaralarını paylaşalım.


Elimiz çabuk tutmalıyız şunun şurasında yeni yıla ne kaldı. Haydi minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın!

8 Aralık 2010 Çarşamba

AV MEVSİMİ




Av mevsimi diye tutturdum bu akşam...

İlle de bu akşam filme gidip izleyesim vardı.

Neden rahmetli Kazım Koyuncu'nun "Hayde"sini Cem Yılmaz söylüyormuş.İnternet sitelerinde dinledim ama kesmedi hangi sahnede söylemiş görmem lazımdı.

Hayde gidelum hayde diye tutturmam o yüzden...


Gittim de.

Filmle ilgili okuduğum yorumlarda ya yerden yere vurmuşlar,ya da göklere çıkarmışlar.

Şener Şen'i ,Çetin Tekindor'u,Cem Yılmaz'ı çook severim.hani Yavuz Turgul'da bu ekiple güzel bir şeyler yapmıştır diye düşündüm.Ama yanılmışım.

Görmek istediğim sahnenin dışında bir iki küçük detay sadece hoşuma gitti.Onun dışında maalesef bu ekibe rağmen hiç olmamış.

CSI ya da NCIS izleyen bünye fazla beklentiye girdi sanırsam.Av mevsiminden kıtkam boş döndüm.

Konuşmalar,kurgu olayların bağlantıları hakikatten ardı ardına acele çekilen dizi sahneleri gibiydi.

Girizgah çok iyiydi.Oyunculuk çok iyiydi,görüntüler çok iyiydi,müzik ve hayde sahnesi çok iyiydi.Ama genel anlamda bir sarkma vardı...

Üzgünüm ustalar.Emeğinize sağlık her zaman ne yapsanız ön yargısız yine gider izlerim.Ama dumanı üzerindeki hissiyatım budur.Filmde oturmazlıklar ağır basıyor.

Bu benim görüşüm herkes izler belki beklentilerinin karşılığını alır.Ben de türkü sahnesini görmeye gittim.Gördüm geldim :)


Gönül yarasının müziklerini çok beğenmiştim.Oradaki "...Etek sarı sen etekten sarısan..." gibi bu filmde de "Hayde" yi patlatmış çok da güzel olmuş.Laz karakter Cem Yılmaz'a yakışmış ama annesiyle olan konuşmalarda bile bir oturmamışlık vardı.Bir kere hiç bir laz kadını cenazesini ağıtsız bırakmaz.Etrafınızda var mıdır karadenizli bilmiyorum ama yeri göğü inletirler.Hani derler ya taş olsa yanındaki acıdan ikiye bölünür.Orada bile sanki yaşlı teyzenin rolü özensiz kalmış.

Hazır av mevsiminde av muhabbeti yapılıyorken bir şey söylemeden geçemicem.Bu kadar kurguda oturmazlıklar filan var diyorum ya onun yanında belki önemsiz kalacak ama...Yavuz usta belli ki avcılıkla bir şekilde ilgili.

O zaman keşke avcılıkla ilgili bazı ritüelleri de Çetin Tekindor rolüne adapte etseydi.Anlattığı av sahnelerine bir lafım yok .Av sahnelerine felsefi anlamlar yüklendirmiş fazlasıyla .Son sahnelerinde söylediği gibi çok iyi bir avcıysa yapmaması gereken hatalar vardı...

Neyse bu kadar laf yeter.

Hayde gidelum .

4 Aralık 2010 Cumartesi

ASMALI



Bir güne ne kadar acayiplikler sığdırabilir ki insan.Bu geceye kadar ben de bilmiyordum :))

İşyerindeki türlü abukluklardan sıkılıp yakınlarda bi yerlerde yemek yiyelim içelim haftanın ,günün stresini atalım diye konuştuk.Mihmandarımız eski kurt gazeteci ablalardan biri.Bana en yakın noktayı Asmalı Mescit'i teklif ediyorum başıma gelecek abuklukları bilmeden... Arkadaşlarımın çok güzel bir mekanları var.Antakya yemekleri üzerine.New york Times'a bile konu olmuş bir yer.İstemiyorlar."Yakup'a gidiyoruz bu gece masamız hazır." diyor gazeteci abla "arkadaşlarım orada".Büyüğümüz kırmıyoruz gidiyoruz yemekler yeniliyor şaraplar içiliyor.Sohbetin dedikodunun biri bin para.Cık ben hala moda giremiyorum.Bedenim orda ama ruhum başka bir yerlerde .Sanki eve gelsem biraz müzik açıp kendi kendime kalsam daha iyi gelecek.Anlatılan abukluklara dudak ucuyla gülüyorum.

O arada arka masada bir kıpraşma oluşuyor.Meğer eski popculardan Suat Suna arka masamızdaymış.Dünyayla bağlantısı kesilmiş ben bi haberim bu durumdan.İnsanlar dönüp dönüp masalarına bakıyorlar.Küçük dağları az önce yaratmış havasında...Abi masaya kurulmuş purosunu da yakmış bir tüttürüyor ki sanırsın Che Guevara ...Sigarayı hiç sevmem purodan nefret ederim.O duman yüzüme yüzüme geldikçe zaten iyice uyuz oldum.Bir de abidik gubidik şarkılar söylemeye başlamadı ki hah dedim iyice...

O arada arkada kamera ışıkları yanmaya başladı.Arka masa iyice bir tüylerini kabarttı tavuskuşu gibi.Gençler bana müsade ben gidiyore...Gazeteci abla "yürü" dedi kahve içirmedin bana kahve ısmarlıcan...Kızlarla her zaman gittiğimiz salaş mekana yollandık mecburen.Tam kahve içeceğimiz mekana geldik o ilerde arkadaşlarını gördü."Gel selam vermeden oturmayalım ayıp olur" dedi.Mecburen arkadaşlarının yanına gidiyoruz.Aman Allah'ım o ne Erman Toroğlu'da masada .Bu bir şaka olmalı.Gece şahtı şahbaz oldu.Kendilerinden hiç hazetmem şimdi aynı ortamdayım öyle mi?

:(( Kimler yok ki Edip Cansever gibi içimden" masa da masaymış ama..." diyorum .Millet kapı gıcırtısına gülüyor.Adam insanlar güldükçe anlatıyor da anlatıyor.Benim de içim bayıldıkça bayılıyor.Gazeteci ablamıza bana müsade ben televole muhabbettinden sıkıldım diyorum.Olmaz tek başına gidemezsin birlikte kalkalım diyor.Ablacım bak arkadaşların var otur sohbet et bak ben her zaman burdayım atlıcam şurdan eve gidicem diyorum yok bu geceki kabus bitmemiş maalesef yine kalkıyoruz birlikte.Toroğlu ve gülen ekibinin ordan uzaklaşırken uzay mekiğinden kopan parça gibi hissediyorum kendimi .

İstiklal caddesindeki samanyolunun içine dalıyoruz...

Dalmak kelimesi metafor filan değil bildiğin dalıyoruz.kayan yıldızlar,kusan yıldızlar,kara delikler...cadde tam kıvamında yani...

Meğer gece bitmemiş ya da biri bana Truman Show'da ki gibi gizli bir kamera şakası yapıyor...

Meydana varamamışken bir telefon geliyor ablamıza.Bilmem kim arkadaşı çok önemli bir işle ilgili bir şeyler anlatıcam bir beş dakika mekanıma uğraman lazım diyor.Haydi görev aşkıyla tutuşan abla gidiyor da beni ne halt etmeye sürüklüyor anlamıyorum...

Arkadaşının mekanı türkü bar.Bildiğiniz şu Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki türkü barlardan bir tanesi .

Güzel ablacım bak seni severim sayarım arada eski türkülerden dinlemişliğim sevmişliğimde vardır.Ama türkü bar benlik bir yer değil.Ben türkü barlık hiç değilim.Ne etmeye zorla tuttun elimden beni de sürüklüyosun?

Yok illa beş dakika uğrayalım sonra gidicez diyorda diyor.Sanki arka fonda Mazhar Alanson "Beş dakkaya değişir bu işler'i benim için söylüyor..."Onlar ayak üstü konuşurken mecburen yanlarında dikiliyorum.Bütün gözler bize çevriliyor.Kendimi "selam dünyalılar ben dostum" dememek için zor tutuyorum o derece yani.

Sahnedeki abiler olayı aşmışlar.İlgi alaka katılımdan memnun bağlamaya yüklenmişler ama ne yükleniş...Elvis Presley o beyaz pelerinli kıyafeti içinde öyle havalı çalmıyordur gitarı...

Herkes şappi şappi el çırpıp eğlenirken ben pek bir sırıtıyorum içlerinde.Ablam halinden memnun işiyle ilgili bilgi alırken bir taraftan bana şimdi kalkıyoruz bir saniye gibilerinden işaretler yapıyor.

Yan masamda araba yedek parçacı diye mesleğini tahmin ettiğim kel kafalı abi yanındaki sarı-siyah röfleli kısa saçlı rus güllecisi tipli ablayla cilveleşiyor.

Tespih çeken abiler lilililili diye zılgıt çekerken bir taraftan beni kesiyorlar.Aman diyorum İz kafanı çevir o yana bakma .Çantamdan telefonumu çıkartıp Badoş'a mesaj atıyorum içinde bulunduğum abuklukları anlatan.Erman'dan başlayıp türkü bardaki kekomançilerle devam etmekteki macerama inanamıyor tabi yiğenim.

Ben de daha fazla inanamıyor ve dayanamıyorum ki çilemin 15.dakikasında "Benim gitmem lazım artık" deyip kalkıyorum.Gazeteci ablada arkamdan kalkıyor.Diyorum yeter bu geceki abukluklar son bulsun.Maazallah başka bir arkadaşın arar ya da birilerine rastlarsın benim bünyem bu kadar alışık değil sen takıl biraz daha istersen deyip müsade istiyorum.

Yolda kulaklarımda hala elektro sazlar çalıyor .Zılgıt sesleri perde perde yükselerek sazlara eşlik ediyor....

Oyy diyorum sanki oranın kokusu atmosferi üzerime sindi.15 dakikada Gönül Yarasında pavyonda türkü çığıran Meltem Cumbul oldum sanki..

Nihayet evdeyim.Akşamdan beri yaşadığım acayiplikler son buldu...

Huzur,sessizlik ,nane çayı ...

Bir de usulcacıktan Bülent Ortaçgil'e sığındım.Tam da bunları yazarken "... Ben bunları kimseye anlatmadım diyor..."

Ama ben bunları anlatıyorum sıcağı sıcağına ...

Uyumak varken yazmak geliyor içimden.Gecenin abukluğunu,asidini, alır belki diye ...

Dip sos:Bülent Ortaçgil'in bu dingin sesinin ,enfes gitar tınılarının arasından sanki bir yerlerinden deminki lelelelele sesleri fırlayacakmış gibi geliyor hala :((( .

1 Aralık 2010 Çarşamba

ÖYLESİNE...


Şimdi Adaş yiğen gelince hooop yazacaklar değişti ister istemez.Ondan önce aklımda olanlar neydi yazmak için? Az biraz karışık...

Kötülerden başlayalım.Cumartesi seminerleri...Kızılderililer...Şayet bu hafta yazılacaklar,cümleler artmaz ise proje dışı kalabilitemin fazla olması...Nisandan beri az buçuk kızlderililere bulanmışlığım ...Her ne kadar yazmasam da.Kızılderili kolyem ,kızılderili oyuncaklarım,bir sürü kızılderili filmlerim ... izlediklerim ,dinlediğim müzikler okuduğum kitaplar...Artı mıdır ?Hayır ...İddia ediyorum elimdekilerle başka biri olsa çoktan uçururdu projeyi.Kör noktama geldi.Olduğu kadar kotarmak niyetindeyim artık....

Çok şükür yazıyorum kaç gündür.Kriz bizi teğet geçti sanırsam...Ama buruk bir proje şeklinde ilerlemekte kendi çapında ...

Başka?Zilsiz'im geçen hafta bir gün öncesinde alo dedi."Kendi kendine konuşmaktır aşk" dedi "hadi gel" gittim kendi kendine konuşmak mıdır hakikatten aşk diye?Sonradan öğrendim ki Cezmi Ersöz'müş yazan.Aman bir severim, pir severim kendisini,biraz kasma gelir kelimelerle olan iştigali.. :p Olsun bilmeden gittiğim iyi olmuş .Kalp grafiği gibi inişli çıkışlı bir günde fazla bağırtılı bir oyundu ...

Lakin Cezmi abi'yi bilmeden bir söz akıl köşeme takılır gibi oldu sanki akıl-yürek köşemde bir yere..."Hayat kendi kendimize söylediğimiz yalanların toplamıdır..."

Ya da bu bağlamda bir şeydi.

O geceye ait çorbacıda içilen çakma biberiyeli çorba,taze zencefilli çay,Ara cafe,Zilsiz ve tebaası...

Ve son olarak.

Denizde karartı varsa,Kazım varsa dinlenenler içinde,derim ki "işte öyle bir şey..."