25 Kasım 2012 Pazar

Halet-i Ruhiye

Selam günlük.

Uzun zaman yazmayınca haliyle okuyucum filan da kalmıyor haklı olarak.O yüzden böyle girizgahlar yapıyorsun maalesef :)

Yazmayla  ilgili bir kaç aydır sorunlarım var.Yazmak eylemi bana  bu sene kötü bir deneyim yaşattığı için bilinçaltım blogum da  dahil olmak üzere tüm eylemlerime  yansıyor maalesef.

Yazının da girişinden anlaşıldığı üzere karamsar bir post olacağa benzer.illüstrasyon da ona göre seçilmiş.Alıcılarınızın pembe ayarlarıyla oynamanız yanınızda yörenizde antidepresan bulundurmanız önemle tavsiye olunur.

Son iki senem yap boz gibi geçti maalesef.En yakınımdakilere el uzatıp yardım etme dürtüm kelimenin tam anlamıyla elimde patladı.

Şimdi kendi kendime açtığım zararı telafi etmeye kendi yaralarımı sarmaya çalıştığım bir dönemdeyim.

Hani filmlerde görürüz ya...Doğada ayı tarafından ısırılan ve yanında hiçbir tedavi aleti olmadan açık yarayı uyuşturmadan canlı canlı diken abiler ablalar vardır.hah aynı onlar gibi canlı canlı etime etime batırıyorum o ilkel iğneyi ki kanamayı durdurabileyim:)

Ama hep Küçük Emrah modunda kaşlarım havada dolanmıyorum tabi ."Bu da geçer elbet neler neler geçmedi ki"(Fonda çalan Sezen etkisi) mottosuyla bugünlerin geçeceği gerçeğiyle yaşıyorum.Ama arada yanık bir arabesk fon müziğiyle buhrana bağlayabiliyorum.

Bu dönemde bana keyif veren şeyleri yapmaya çalışsam da yine de eski tadları alamadığımı farkettim.

Ki beni tanıyanlar bilir damak zevki çok gelişmiş biriyimdir.Ama eski tad alma duyargaçlarım maalesef şu an kapalı .

Çok sevdiğim yaratıcılık seminerlerine bu sene devam etmiyorum mesela...

Aslında bu dönemde bana iyi gelecek şeylerden biriydi.Ama yazma serüveninde kendi kendime sınıfta kaldığım hissiyatı ağır bastığı için ve bu duygunun da beni üzen üsteki duyguların yanında ağır gelmesiyle gitmemeyi seçtim.

Son bir kaç aydır hiç elime fotoğraf makinesi almıyorum. 13 lü yaşlardan itibaren adı Japon Nur'a çıkmış biri olarak gerçekten kötü bir evreden geçtiğimin bariz göstergelerinden.

Son yıllarda iyice azaltığım arkadaş sayılarımdan sadece dost olanlarla yaptığım görüşmeler dışında gereksiz hiçbir muhabbet ve eylemin içinde olmama kararı aldım.Az insan öz insan!

Bu dönemde tek başıma kalmak ,sinemaya gitmek,İstanbul Modern'e defalarca kere gördüğüm şeyleri yine ilk kez görürmüşcesine gitmek ,güzel bir konseri ya da oyunu dostlarımla izlemek, tek iyi gelen şeyler.

Ha bir de yıkılan bütün duvarlara rağmen enkazı kaldırıp küçük küçük tuğlalar örmeye başladım yeni yeni...

Daha bir etkisi olmadı.Bir ses getirmedi.Suya atılan küçük çakıl taşları gibi bazısının halkası  ilk bir iki halkada kayboluveriyor.Ama vazgeçmek yok yola devam!

Bir de şu duyguyu atlattık mı gelsin yeni kuleler,yeni keşifler yeni keyifli yazılar...

Normal  zamanımda yazın geçirdiğim ufacık bir tatili ya da bir gezi kaçamağını  ya da beni etkileyen bir kitabı filmi ballandıra balandıra kendi gözümden yazmak fotoları eklemek için sabırsızlanırdım.Şimdi aylardır pc ye yüklenmeyi bekleyen fotoğraflarım ve elimi sürmediğim bir makinem var.

Son dönemde blogumda yayınladığım yazılardan daha çok tamamlanmayı ve yayınlanmayı bekleyen yarım kalmış taslaklar var.

Dün gece alakasız bir bilginin peşinden koşarken farkettim ki ben hep bloglardaki yazıları seçiyorum okumak için.Burada her zaman olamasamda ben bir blog aşığıyım.Böyle birinin de uzun süre yazmaması beklenemez değil mi?Sadece arada uzaktan hasretle el sallar :)

İşte sevgili günlük!Durum böyleyken böyle...

Beyni hafif yanık dumanları üstünde bir bloggerdan iyi pazarlar herkeslere...(Ya da sevgili günlüğüme ;)