23 Ağustos 2009 Pazar

Sakura Zenzen ve Haiku



Genç kız ve Kral, filmini izlerken Yun Fat Chow'un oyunculuğunu çok beğenmiştim.Sayesinde, Kaplan ve Ejderhayı seyretmiştim ki ,bu filmle Uzak doğu filmlerinin hastası oldum.
Arkasından ,Altın çiçeğin Laneti, derken.. Hero'yla tüy dikmiştim en üste..Seyrettiğim en güzel uzakdoğu filmiydi .Görsel bir şölendi söylendiği gibi..
Sonra ,Trevanian'ın Shibumi'sini okurken tanıştım "Sakura Zenzen". yani Kiraz çiçekleriyle ...

Gitmişliğim ya da görmüşlüğüm yok .Ama kitabı okurken eşsiz bir görüntü canlandı gözümde.Aynı bu filmlerdeki gibi :)


Bu konuyla ilgili bayağı bir araştırma yaptım internet üzerinden.Öğrendiklerimden ,seyrettiklerimden ,o kadar çok etkilendim ki uzakdoğuya gidersem kesinlikle bu dönemler içersinde olacak ilk ziyaretim.

Mesela önümüzdeki ilkbaharda, orada olmak o ritüeli yaşamak ve görüntülemeyi o kadar çok isterim ki ..

İlkbaharı çok severim ,kirazı çok severim hele yağmur gibi gökyüzünde uçuşan pembe-beyaz kiraz yapraklarını kesinlikle çok seveceğim.


Japonlar,kirazların çiçek açmasını hayata yeni başlangıç olarak nitelendiriyorlarmış.Bizim yediğimiz kirazlardan değil bu ağaçlar.Olayları sadece çiçek açmaları.Ama ne çiçek !!


"Sakura Zenzen" yani çiçeklerin açmaya başlaması ve dalın üzerinde kalışı iki hafta sürüyormuş.
Bu dönemde turist akınına uğruyormuş festival alanları.İnşallah önümüzdeki bahar ben de o turistlerden olurum :))


Haiku ..
Benim maalesef yeni tanıştığım japon şiir türü.O da çok ilgimi çekiyor bu aralar.
Sunay Akın sayesinde duydum ilk..

"Öyle bir ay var ki gökte,
Hırsız da durmuş,
türkü söylüyor. "

Bu konuya burada virgül koyuyorum ayrı bir post konusu olmak üzere..

To be continued :))

16 Ağustos 2009 Pazar

Hey Yıllar !


Kuruçeşme Arena'da ,yazın son demlerinde, parlement mavisi bir gecede ,denizin yanıbaşında efil efil esen rüzgara karşı , denizin karşısında, gecenin karanlığında ışıl ışıl heybetiyle parlayan Kuleli,boğazda patlayan rengarenk havai fişekleri, denizin üzerinde sanki kayarcasına ilerleyen ışıl ışıl deniz motorlarıyla nefis bir atmosferde ,"Hey Yıllar" yenilmedim size diyerek başladı Leman Sam ve kızları dün akşamki konserlerine.

Neşeli bir selamlamadan sonra sırayla aldılar mikrofonu ellerine .

Ruhi Su'nun "Üç kız bir ana "türküsünü "İki kız bir ana " olarak şahane yorumladılar.Kızların Leman Sam'a vokalleri müthişti.


Leman Sam,Kıyamam sana,Ay gız , Anladım ki,İlla,Rüzgar,leylim ley,Olmasa mektubun,yazdıkların olmasa diye devam etti uzun kızıl saçlarını savura savura .Ne çok özlemişim şarkılarını ,Her biri ayrı ayrı zamanda yolculuk yaptırdı bana.Ama en çok "ay gız" yorumuna bayıldım.Nasıl güzel bir lehçeyle söyledi azeri parçayı ...Hele aralardaki tiradlarında tüylerim diken diken oldu sanki ilk defa dinliyormuşum gibi...


Sonra Şehnaz Sam ,yeni çıkan kasedinden bir iki parça okudu rock sounduyla .Çocukken kardeşi Şevval'le annelerine ve kedilerine yazdıkları şarkıları söylediler.Selahattin Pınar'dan "Bir bahar akşamı ",Leonard Cohen'den "Dance me to the end of love'a" kadar bir gezintiye çıkardı bizi.


Şevval Sam,karadeniz türküleriyle başladı ,Pir Sultan Abdal'dan" Dostum'a,Frank Sinatra'dan "Singing in the rain'e" ,ve tabiki eşsiz Türk sanat musikisiyle devam etti söylemeye.


Kazım Koyun'cuya,Barış Manço'ya,Bahadır Akkuzu'ya,FikretKızılok'a selamlar söyledik.


Ortaya karışık arajman , her telden ,bir konser olduÜç saatin nasıl geçtiğini anlamadım.Gece biterken hafif uykuluklu,yüzümüze gece boyunca yerleşmiş tebessümle ,mest olmuş bir şekilde ayrıldık konserden.



Tek hayal kırıklığım Leman Sam'ın beklediğim ve en çok sevdiğim şarkılarından birini söylememesi oldu.


"Herneyse"...





10 Ağustos 2009 Pazartesi

BOZCAADA


Geçen hafta ,insanlık için küçük ,ama kendim için büyük bir adımla , Bozcaada'ya ve akabinde Ayazma plajına ayak bastım.Ayak basmakla kalmayıp bu anı aşağıdaki fotoğrafla ölümsüzleştirdim. :))


İstanbul'dan sabah sularında yola çıktım.Bu istikamette ilk defa araba kullandığımdan, fazla gaza asılmadan ,keyifle gitmek istedim.Yaklaşık 6,5 saatte adada oldum. İki kere feribota indim bindim.O yüzden pek uzun yola çıkmış gibi hissetmedim.Adanın ilk günü hemen keşfe çıktık.Meşhur Ayazma plajında bulunan Vahit'in yerinde yemeğimizi yedikten sonra yıllardır methini duyduğum ama bir türlü fırsat bulup gelemediğim adayı fotoğrafladım.






Günbatımına doğru en sevdiğim ters ışık suretiyle deniz üzerindeki yansımaları keyifle seyreyledim.





Boz ismini sanırım bu maki tarzı bitki örtüsünden alıyor ada! Sararmış brokoli gibi top top sarmış adanın dört bir yanını.











Kızgın güneş altında yuvalarına hummalı bir şekilde bir şeyler taşıyan karınca sürüsünü görünce kendimi ağustos böceği gibi hissetim nedense. Bu arkadaş kendinden büyük bir parçayı sürükleyerek taşıdığı için takdirlerimi topladı.
Meşhur Ayazma plajı burası,genelde benim sevdiğim gibi incecik kumlarla kaplı.Terliğimi çıkarıp kızgın kumlara ayak bastığımda pudra şekeri üzerinde yürüyorum gibi geldi.Denize vardığımda bildiğim halde suyun soğukluğundan içim hürrpp etti .Senelerdir soğuk denizi severim diyen ben ,yüzdükçe Alaska'da buzulların arasında yüzüyormuşçasına titredim ama alıştıkdan sonra çıkmak istemedim denizden.



Bu sene , paso gözlüklerle yüzdüm.Denizin üstüyle hiç işim olmadı. Can Yücel'in ,Buluşmak üzere şiirindeki gibi dibe dalıp etrafımdaki çil çil balıklarla yüzmekten acaip zevk aldım.Bugüne kadar denizin altıyla böylesine alakadar olmamıştım hiç.Bu kış dalış kurslarına yazılırsam sanırım bu Bozcaada sayesinde olacak.


Adanın isim annesi bitki örtülerinden bir öbek daha !




Adanın etrafında bu şekilde bir sürü küçük adacıklar var.Yüzerek bunlara ulaştığınızda "Burası benim adam " diye yanınızdakilere hava atabiliyorsunuz :)








Gece merkeze indiğinizde,her tatil beldesinde olduğu gibi hediyelik eşyacılara gark oluyorsunuz.İçlerinden en sevdiğim bu köylü kızlarıydı benim.Akça pakça olan kol hareketi çekmiş gibiydi bize :)





Adada çok hoş bir kitapçı gördüm .İçerik olarak biraz zayıf buldum.Yinede düşünülmüş olması ve mekan olarak çok hoşuma gitti.Benim gibi ikinci el kitap severlerde düşünülmüştü .Belki bizden önce çok kitap satılmıştır o yüzden çok bir şey kalmamıştı kimbilir :)





Gece hayatı isteyenlerde unutulmamış adada ve işte nam-ı diğer Polente. Dar sokakları ,eski rum evleri ve o birbirinden süslü kapıları çok şirindi.Sokak aralarında bunun gibi bir sürü hoş detaylarla süslenmiş kapılar görebilirsiniz.




Ve yine bir gün batımı daha...





Ama en güzel gün batımı ,rüzgargüllerinin ordan seyrediliyor.Sakın pas geçmeyin.


Son gün nihayet meydandaki kahvede,meşhur damla sakızlı türk kahvesinin veçiçek pastanesinin meşhur sakızlı bademli kurabiyesinin tadına baktım.

Ayrılık vakti ...Geç buldum ,çabuk kaybettim dercesine feribottan son bakış..


Akılda buzul gibi deniz..

Kendimi deniz kızı gibi hissettiren etrafımda kaçmadan yüzen çil çil balıklar..

Damakta domates reçelleri ,üzümler,balıklar,mezeler..

Ve tabiki şarap tadında kekremsi ama çok lezzetli bir hafta..




Fotolar:İzDüŞümLer



2 Ağustos 2009 Pazar

ADA


Nihayet !


Yarın bu saatlerde meşhur rüzgar güllerinin,üzüm bağlarının dolayısıyla şarap fabrikalarının ve kalenin olduğu o meşhum soğuk denizi görüp ,görmekle kalmayıp yüzüp adanın keşfine çıkıcam.Şarapların tadını senelerdir biliyorum,Corvus mu Talay mı ikileminden Corvusu tek geçerken kısmetse membağından görüp,koklayıp içip zula yapacağım.Neyse uzun lafın kısası..


Adaya gittim gelicem.