31 Aralık 2008 Çarşamba

İYİ SENELER



Nihayet takvime attığım çentikler bitti.Senenin son günü...

2008 günahıyla sevabıyla arkamda kaldı artık.Eskiyen herşey gibi dolabın bir köşesine atıldı anıları.

2009 da umarım hepimiz için herşey çok güzel geçer.Hepinizin gönlünüzden geçen şeylerin gerçekleşeceği bir yıl olur .

Günleriniz,dünlerden güzel olsun.
İyi Seneler...

27 Aralık 2008 Cumartesi

Hooop ,Değiş ton ton!!


Blog alemine girdim gireli bir çivi çakmışlığım yoktur bloguma.....
Bu akşam itibari ile bir özenti geldi.Ortalığı şekle şemale sokmak istedim.Renklerle oynadım.Diğer blogdaşlardan özendim müzik koydum.Ama yapamadığım şeyler var.İlgili ve bilgili arkadaşlardan ortalığı toparlamak için yardım rica ediyorum.



-Mesela müziklerimin ismi neden gözükmüyor?

-Postlarım neden kamerayla yanlardan inceltilmiş Seda Sayan gibi duruyor.

-En üstteki İzdüşümler yazısını,fotoğrafı ve diğer yazıyı ortalayıp, büyütmek için ne yapmam gerekiyor.

Bunlar benim rahatsızlık duyduklarım sizin de eleştiri ve önerilerinizi öğrenebilirmiyim ?

22 Aralık 2008 Pazartesi

Mırıldandıklarım


Bugünlerde pek yazasım yok nedense.

Takip ettiğim blogları okuyup yorum yapıyorum zaman zaman .

Ama iş kendi bloguma yazmak olunca elim gitmiyor klavyeye.

Ben de genel mutsuzluk pastasından payıma düşeni aldım.İnce kesmeye çalıştım dilimi ama tabağa aldığımda epeyce büyük olmuş.O yüzden sindire sindire yemeye çalışıyorum.Bittiğinde normal moduma dönerim diye umut ederek.

Hep ,bardağın dolu tarafını görmeye çalışan ben bu aralar yapamıyorum.Zorlamıyorum ben de, akışına bıraktım her şeyi zaman herşeyin ilacıdır elbet.

Sene sonu hesaplarına gömülmüş hummalı muhasebeciler gibi ben de bu senenin muhasebesini yapıyorum.
Pek verimli bir yıl değildi 2008..
2009 ' a Allah Kerim..

Mırıldandıklarım,Murathan Mungan'ın da hesapları döktüğü anlardan elbet...

2008 sonuna iyi gider.

MIRILDANDIKLARIM

Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hâlâ bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
Senin ve benim , yani bizim için...

5 Aralık 2008 Cuma

AHH !! NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR


Yaşımız kaç olursa olsun hepimiz bir ahhhhh çekip nerde o eski bayramlar diyoruz herhalde .

Nostalji modasından mıdır nedir ?

Zira 13 yaşındaki yeğenim bile böyle diyor.”Ah teyze ahhh nerde o eski bayramlar” Harçlıklarına bakarak yaptığı bu serzenişi görmezden geliyorum tabi .


Bilemiyorum büyük şehirlerde mi böyle tatsız yaşanıyor bayramlar ? Yada büyümenin getirdiği dezavantajlardan mıdır? Ama bildiğim şu ki çocukluğumdaki ritüel gibi geçen bayramları çok özlüyorum.


Eskiden nasıl geçerdi bayramlar ? Sizi bilmem ama benim çok güzel geçerdi.

Bayramdan bir kaç hafta önce başlardı bizim evde telaşe.Perdeler sökülür evde ne var ne yoksa yıkanır- paklanır ,bir iğne ucu kadar su değmemiş yer bırakılmazdı.Temizlik faslı bittikten sonra mutfağa geçilir ; baklavalar açılır,revaniler yapılır,dolmalar sarılır,çeşit çeşit börekler yapılır adeta şölen hazırlığı olurdu evde.

Çarşıya çıkılır bayram alışverişi yapılır,evin eksiklikleri giderilirdi.Ev ahalisine bayramlıklar alınır ,misafir şekerleri itina ile şekerliğe koyulur,kolonya şişeleri doldurulur,bayramlaşmaya gelen çocuklara mendil ve akide şekeri alınırdı.Mis gibi taze kahve çektirilirdi.

Ziyarete gidilecek eş dost için özel hediyeler alınırdı.

Ve Bayram sabahı...


O iple çekilen günün sabahı, uykunun en tatlı yerinde anne tarafından uyandırılarak bölünür,sıcacık yataktan çıkılmaz uyanık ama gözler kapalı yatak keyfi yapılır ,annenin her türlü seslenişlerine cevap verilmez.

Ta ki ince belli çay bardağına,değen çay kaşığının çıkardığı o sihirli ses duyulur,mis gibi omletin ve kızarmış ekmeğin kokusuyla bayram sofrasının görüntüsü hayal edilir ve yataktan fırlanırdı.

Tüm kardeşler uyku mahmurluğuyla bayramlıklarını giyer ve babanın bayram namazından dönüşünü beklerlerdi.Kapı çalındığında hurra bütün kardeşler ilk önce babanın elini öpüp harçlık kapmak için kapıya hücum ederdi.Kapıya ilk ulaşan kardeşin asık suratından gelenin baba değil ,bayramlaşmaya gelen mahalledeki çocuklardan biri olduğu anlaşılırdı.

Adeta kuş sütü eksik olan kahvaltı sofrasına sortiler düzenlenir her seferinde annenin “Babanızı bekleyin şimdi gelecek" nidalarıyla karşılaşılırdı. Ve nihayet beklenen gelirdi.Yanakları yürümekten al al olmuş ailesiyle yine bir bayram sabahını yaşamanın sevinciyle gözleri çakmak çakmak ,elindeki fırından yeni alınmış ekmek gibi sıcacık yüreğiyle içeriye girer evin içini güneş gibi ısıtır,aydınlatırdı.

Tüm kardeşler bayramlıklarını giymiş deminki patırtıyı yapan sanki onlar değilmişçesine babalarının ellerini öperler, verilen harçlığın nerelere harcanacağı hayalleri ile diğer aile bireyleriyle bayramlaşırlardı.

Ve sofraya oturulurdu.Günlerce yapılan hummalı hazırlık adeta bir çekirge sürüsü istilasına uğrardı.Çatal , bıçak sesleri neşeli konuşmaların şakalaşmaların arasında kaybolurdu. Kapı çalmaları sıklaşır bütün mahalle çocukları tanısın tanımasın tek tek bütün evleri dolaşırdı.Erkek çocukları, ellerinde ki kocaman şeker torbalarını bir an önce doldurmak için şekerliği adeta avuçlarken ,kız çocukları nispeten daha küçük poşetler ya da minik çantalarıyla kibarca şekerlerini yada mendillerini alırlardı.Bazısı abartıp şeker tabağını tamamen boşaltmak istediğinde kibarca ev sahibi tarafından “Çocuğum senden sonra gelenlerde olacak “diye uyarılırlardı.


Güzel şeker ikram edilen evlere işaret koyulur kendisinden sonra gelecek arkadaşlarınıda bu şekilde uyarırlardı.Ya da güleryüzle karşılanılmayan evlerin önlerine protesto amaçlı siyah çelenk gibi yedikleri şeker kabuklarını bırakırlardı.

Kapıdaki komşu çocuklarına şekere ilaveten cep harçlığı yada mendil verilirdi.Apartmandaki komşular zühur etmeye başlar,kaç yıllık komşulara bayram sabahı garip bir resmiyet koyulmaya çalışılırdı.

Ev sahibi -Nasılsınız Ayşe Hanım ?

Kaç yıllık komşu -İyiyiz çok şükür. Siz nasılsınız ?

Ev sahibi-Allah iyilik sağlık versin.Siz nasılsınız Osman Bey?

Kaç yıllık komşu- Çok şükür Fatma hanım sizleri sormalı ?

Ev sahibi-:Sağolun bizlerde iyiyiz.Çocuklarda iyidir inşallah (Allah ,allah çocuklar yanıbaşınızdalar işte, gayette , iyiler.. hem hergün akşama kadar sen onlardasın onlar sizde biliyosun iyi olduklarını ne gerek varki bu resmiyete

Bu konuşmalar bayramlaşmaya birkaç aile birlikte geldiyse tek tek herkese yapılır.Kulak kabartan çocuklar olayın komikliğiyle kendi aralarında dalga geçerlerdi.
Sonra şeker ve kolonya ikram edilir.Tatlı sahfasında bayanların gözlerindeki tepsiyi getirsen hepsini yiyecekmiş bakışları yokmuşcasına “Ayyy gittiğimiz heryerde ikram ettiler çok yedim ben almayayım komşu denir. “ “Aman komşu bak bu bilmem neli buna kuş kondurdum valla ,illa bi dilim ye “diye ısrar edilerek günlerdir süren hummalı hazırlığın ikram hazzı inceden inceye yaşanırdı…


Sonra ev ahalisi yakın civardaki büyüklerle bayramlaşmaya çıkar.Aynı komik dialoglar tüm gidilen yerlerde yaşanırdı…

Sokağa çıkıldığında herkesin yüzünde o sıcacık ifade görülür esnafla bayramlaşılırdı.Her esnaf bayramlaşmaya gelen çocuklara kendince ikramda bulunurdu.Bir tek kasapın ikram ettiği az yağlı kıyma kibarca reddedilirdi …

Tüm bayram boyunca çoluk- çocuk bayramlaşmaya gidenler, şimdilerin banka reklamlarındaki kalabalık gibi bir aşağı bir yukarı gider-gelirlerdi ...

Bayram günlerinde sokaklar adeta panayır alanına dönerdi.Sokaklarda çocukların maytap-kız kaçıran sesleri hakimdi. Bayram harçlıklarına göz koymuş sokak satıcıları köpek balığı edasıyla çocukların etrafında dolaşırlar çocuğun zaafına göre satış yaparak evinin rıskını çıkarmaya çalışırlardı…

Sonra mahalledeki arkadaşlarla toplaşılırdı.Herkes en güzel bayramlık kıyafetinin sanki kendisininkiymiş gibi vakur bir ifadeyle bakınırdı etrafına…
Neredeyse şeker komasına girecek olan çocuklar poşetlerindeki çeşit çeşit şekerlere alternatif lezzetler yaratırlardı kendilerince.

Bakkalarda kurşun asker gibi sıra sıra dizilmiş kutular içinde lokumlar satılırdı az sonra İki bisküvi arasına koyularak yenilmek üzere.

Sonra günlerce beklenen o büyülü birkaç gün biter.Herkes günlük kıyafetleriyle günlük yaşamlarına, hayat telaşelerine dönerlerdi.

Belki yaşadıkları sıkıntıları o güzel bir kaç günde hiç yokmuş gibi davranan büyükler eski hayat mücadelelerine devam ederlerdi.

Çocuklar okul- ders-sınav üçgeni arasına geri dönerlerdi.

Bayramdan geriye tek kalan izler tepside artık şekerlenmeye başlamış bir kaç dilim baklava veya şekerlikte kalan bir avuç şekerdi.


Bilemiyorum belki çocukluğun verdiği saflıkla o günler böyle yaşanıyor ve hatırlanıyor .Maalesef şimdilerde ne çocuklarda ne de büyüklerde artık böyle bir halet-i ruhiye yok.


Çocuklarda bayramlık sevinci yok ,çünkü her türlü ihtiyaçları bayramı beklemeden karşılanıyor.


Büyüklerin bayram anlayışları kaç gün işe gitmeyecekleri ile doğru orantılı Onlar için bayram ,bütçeleri ölçüsünde yapacakları tatil sadece .

Mahallenin çocuklarına alınan şeker kavonuzu dopdolu..


Kapıda ne o hummalı şeker kapma yarışları ne de çocuklar var.
Bense anneannemin aksine daha torunlarım bile olmadan"Ah nerde o eski bayramlar" diye hırf hırf hayıflanıyorum.
İyi bayramlar .

29 Kasım 2008 Cumartesi

Makas


Siz hiç gördünüz mü
Parmak ucunda yükselip
balerin misali danseden
İnce terzi makasını

Kumaşları ayırmasındaki
hoyratlığına inat,
kendisini sürekli iğneleyen
iğne ve yüksüğe yüksünmeden
Reveransla başlardı dansetmeye...

21 Kasım 2008 Cuma

Mesaj at melodi telefonuna gelsin.


Bankada işlem yapmak için sıramı bekliyorum.Aksi gibi o bankanın müşterisi değilim.İşlerimi çabucak halledebileceğim -hamili -kredi kartım yok maalesef.

Önümde yaklaşık 15 kişi var .Sıkıntılı bir bekleyiş içersindeyim.Numaratörde numaralar değiştikçe ,elimdeki kağıda bakıp tombala yapmayı bekliyorum.

Veznede ki eleman sayısı her zaman olduğu gibi benim işimin aciliyetine ters orantıda .Müşteriler en oyalayıcı istek ve talepleriyle,vezdekilerde en devlet memuru halleriyle işlemlerini yapıyorlar.(-mı?)

Nispeten sessiz ortamda bir anda bir çığırtı kopuyor.Meşhur dizilerden birinin müziği kulakları tırmalıyor.Arayan ısrarlı ,aranan hiç oralı değil .Kendi çok sevdiği bu melodi için ,herkesinde aynı fikirde olduğunu düşünüp "geç açayımda dinlesin garipler" diyor herhalde.

Herkes " katil kim ? " edasıyla birbirini süzüyor.Katil uşak ! klasik yaklaşımıyla gözlerim ,sütunun orda dikilen, elinde poşetleriyle, alışveriş dönüşü fatura yatırmaya geldiğini tahmin ettiğim orta yaşlı bir ev hanımı profilindeki teyzeye kitleniyor.Malum en çok diziyi onlar takip edip ,etkisi altına giriyorlar.Büyük bir ihtimalle kızı yada oğlu ,annesinin ısrarına dayanamayıp bu çok sevdiği film müziği melodisini telefonuna yükledi.Yeni olduğu için alışamadı.O yüzden hiç oralı değil çalan telefona .Kadında hiçbir kıpraşma yok.

Fakat o da ne ? Benim tam çaprazımda ayakta bekleyen,kır saçlı hafif karizmatik takım elbiseli, kelli felli adam çantasına davranıyor.İnanamıyorum,yarışma sorusu olsa elenirdim vallahi böyle bir müzikle böyle bir adamı asla ilişkilendiremezdim.Çok şükür çalan zırıltı kesiliyor.Beni irite eden melodi kesildi ama aynı rahatsızlıkta bir telefon görüşme-böğürtüsü başladı.Bariton bir sesle tüm banka on-line dinliyoruz amcayı.Nihayet tombala!!! Mel Gibson 'dan daha içten ve içimden ÖZGÜRLÜÜKK diye bağırarak atıyorum kendimi dışarıya.

Bu melodi mevzusuna feci takık bir durumdayım.Nedir bu telefonlardan ha bir gayret duyurmaya çalıştığımız favori şarkı -türkü olayımız.Hadi yeni yetmelere lafım yok ama yaşını başını almış insanlarda pek bir komik duruyor.

Bu işkence bitmiyor gittikçe şekil değiştiriyor.Aradığım bir kişinin telefonunda çalma sesi olarak bana müzik dinletiyor olmasıda beni öldürüyor.Misal işle ilgili tanımadığım birini arıyorum.Bir anda kulağımda "Allah belanı versin,bana gelen sana gelsin waayy "diye bir inilti kopuyor.Ben tam "noluyoruz ya" derken, melodi dinletme şeysi olduğunu anlıyorum.

Turkcell bu olayı ilk çıkardığı sıralarda ,iş için birini aradım.Adamı tanımıyorum .İlk kez konuşcaz.Numarayı çeviriyorum.Bir anda kendimi bir kavganın içinde buluyorum.İki adam birbirine acaip bağırıp çağırıyor.Eyvah adamı çok kötü bir anda yakaladım diye kapatıyorum telefonu.Aradan biraz zaman geçince adamla konuşmam lazım deyip tekrar arıyorum .Yine aynı kavga gürültü ,nasıl ya ? ne biçim bir adam ?,ne biçim bi kavga bu hala bitmemiş derken jeton düşüyor.Yine aynı zımbırtıya denk geldiğimi anlıyorum.

Şimdi ben bunu anlamış değilim.Sen iş için kullandığın bir telefonda nasıl böyle gayri ciddi bir şey dinletebilirsinki seni tanımayan birine.Ya da karşındaki kişinin , senin komik bulduğun şeyi komik bulacağını nasıl düşünebilirsin?
Ben mecburmuyum polis telsizi,çocuk ağlaması,kurbağa vıraklaması, dinlemeye?

Sadece bunlar da değil.En sevdiğim bir şarkı dahi olsa telefonda müziği duyduğum an o şarkıdan tiksinir hale geliyorum.
Bu konu artık bende takıntı haline geldi.Arkadaşlarımda çok şükür yok böyle bir merak.Olsa kesin aramam .Melodiyi dinlememek için basarım mesajı sen ara diye.

Televizyonda her şeyin altında bilmem ne melodisi için şu numarayı ara mesajlarını gördükçe eski raid reklamlarındaki böcekler gibi çığlık atarak kaçışıyorum.

Ortalık yerde bağıra çağıra yapılan telefon böğü(gö)rüşmeleri başka bir post konusu ...



17 Kasım 2008 Pazartesi

Issız Adam



Film ismi hologramlı ,bayılırım böyle isimlere nerden bakarsan o anlamı yüklüyosun.

Çağan Irmak yine çok doğru notalara basmış.Yine herkesin kendinden bir çok şey bulacağı bir filme imza atmış.Beni,seni,sizi onları o kadar iyi anlatmış ki.Herkesin baktığında kendinden birşeyler görebileceği bir ayna tutmuş elinde.


Aynanın içinde çok gittim geldim.

İkinci memleketim Antakya'ya ...

Sık sık gittiğim Leblon'a,asmalı mescid'e...

Her darlandığımda kendimi attığım sahaflar çarşısına...

Atlas pasajına,ortaköy'e ve bir çok detaya ...

Sezen Aksu şarkısına...

Geçmişe ait kapandı sanılan yaralarım sızladı izlerken..

Gözleriminin önünde iki ayrı pencere,birinde film diğerinde geçmişe dair sahneler...

Çalınan onca güzel şarkının aksine ,beynimde sevdiğim Atilla İlhan şiirlerinden biri, Zuhal Olcay'ın sesinden fonda çalmaya devam ediyor...

"Çünkü ayrılıkda sevdaya dahil,çünkü ayrılanlar hala sevgili"

Mutlaka izleyin ,Kendinizi izlemek sizi acıtmazsa eğer.

8 Kasım 2008 Cumartesi

Ağaçlar ayakta ölür.


Küçük bir saksıda ,fidandım...Yerin dar dediler ,"mutluyum" dedim istemedim gitmek ... Dinlemediler, söktüler.Yeni diktikleri toprak yabancıydı, yadırgadım...Alışırsın dediler.Alışamadım. Zorlandım. Uğraştılar,emek verdiler.onlar için direndim...

Her bahar yenilendim, filizlendim.Yeni ışkınlar verdim.Köklerimi daha derinlere saldım.Güneşin altında sıcacık gerindim. Dallarımı, göğe erişmek için uzattım.Ilık meltemlerle salındım, dans ettim.

Kara kışlar gördüm.Fırtınalar atlattım.Pes etmedim.Hep baharı düşledim.Eski çamlar," esnek ol ,rüzgara direnme .Direnirsen kırılırsın "dediler.Yapamadım.Doğru bildiğime inandım, direndim.Dallarım kırıldı,yapraklarımı döktüm.

Keyifli zamanlar da oldu.bembeyaz papatyalarla çevrildim.Kelebekler dört döndü etrafımda.Kuşların şarkılarıyla hayat buldum.Gördüğüm güzelliklerle asıldım .En çok sevgiye inandım.Sevdiklerine inandım.Sevdim.Tutanacak dal aradıklarında, dallarımı uzattım.Olanca yükleriyle asıldılar.Taşıyamadım.Çatırdamaya başladı gövdem korktum.Korktular.Çakılarıyla, gövdeme kazıyıp gittiler suretlerini.Ne gövdemden,ne ruhumdan izlerini silemedim.

Keşke dedim,yine gidebilsem... değişebilse toprağım bu kez isteyerek...Bütün köklerimi salkım saçak etek gibi toplayıp gidebilsem.Yeni toprak,yine çiçekler,yeniden kuşlar kelebekler.

"Olmaz "dedi eski çamlar artık çok geç.Nereye gidersen git bu izler silinmez.

"Ağaçlar ayakta ölür".

5 Kasım 2008 Çarşamba

Harry Potter ve tebaası

Biraz evvel çok sevdiğim şeylerden birini yaptım.Etrafımda ki tüm iğnelemelere ,"kazık kadar oldun hala çocuk filmleri izliyosun "diye dalga geçmelerine rağmen oturdum keyifle Harry Potter maceralarını izledim.Evet kabul ediyorum,kitaplarını okumaktan, filmlerini izlemekten çok büyük keyif alıyorum.Yıllar hızlandıkça , içimde ki çocuğun nefes almaya çalışması mı yada yaşlanan bedenimin özlemle bunlara tutunarak yıllara ayak diremeye çalışması mı bilemiyorum artık.

Yıllar önce ,yiğenime süpriz yapmak için gittim ilk kitabını aldım.Şöyle bir ucundan göz atayım diye okumaya başladığımda bir daha elimden bırakamadım.Hatta bencillik yapıp kitabı sonuna kadar okuyup badoş'a (yiğenime) öyle götürdüm.Kitap onunda beğenisini kazanınca,aramızda teyze-yiğen harry sohbetleri başlamış oldu.

Kitabın diğer sayıları basıldıkça heyecanla bekleşir olduk Badoş'la...Hatta bazen istediğim şeyleri yapmadığında şantaj malzemesi bile yaptım Harry'i.Sinema da güya ona ve Nisoş'a eşlik etmek için ama en çok kendim için elimde koca patlamış mısırla etrafımda vacur vucur onlarca çocukla huşu içinde izledim bütün filmleri...

Bizim zamanımızda maalesef böyle fantastik kitaplar yoktu.Hepi -topu gizli yedilerimiz afacan beşlerimiz vardı.Hayal gücümüzü besleyecek bu kadar geniş renk skalalarımız yoktu.

Allah için kadının hayal gücünün de maşallahı varmış .Bazen" bu bölümler çocuklara göre değil ,kadının hedef kitlesi büyükler" eleştirilerine maruz kaldı. Parasızlıktan kıvranırken,şans meleği sayesinde önce seherbazlar dünyasına sonra en zenginler listesine girdi .

Bazen Harry'nin kullandığı alet edavatın benim olmasını çok istiyorum.

Herşeyin üstüme geldiği zamanlarda, ortalarda görünmemek için Harry'nin görünmezlik pelerinini giymek ..Ya da dışardan gelince üstümdeki ceketi çıkartır gibi düşünsele düşüncelerimi çıkarmak ,etrafımdaki ruh emicilere karşı "expecto patronum" diyerek patronus büyüsü yapmak

Peki ya siz ?

4 Kasım 2008 Salı

İMKB


Bir varmış bir yokmuş

İstinye derler bir köy varmış.

Renkleri alacalı yeşili kırmızıya çalan

Stopları –lossları, durları- durakları vurları-kaçları olan bir köy.

Kendi karmaşıklığı içinde garip bir düzeni varmış .


Köyün yamacından geçip ,varlığından yeni haberdar olanlar, merak edip girerlermiş köyden içeri .Bakarlarmış içeride bir telaşe .Herkes bir yerden bir yere koşuşturuyor.Yüzlerinde hırs ve inat .Böyle bir yerde sıkılmak ne mümkün !

" İşte hayallerimde ki köy.Tam bana göre neden başka yerlerde dolaştım bunca zaman ?.Burada yaşamak ne kadar kolay" deyip yerleşme kararı alırlarmış"

Ama bilmezlermiş köye bir gelenin, bir daha çıkamadığını.

Burada da hırsızlıklar olurmuş .Tek kişinin değil, çok kişinin şahit olduğu, aleni hırsızlıklar.Ama kimse sesini çıkarmazmış .

Malı çalınan çığlıklar atarmış ama nafile .Kimse duymazmış bu sessiz çığlıkları .Muhtar ve ihtiyar heyeti hem kör, hemde sağırlarmış.

Garip bir toprağı varmış bu köyün .Bazen çorak denilen yerden iyi mahsül alanlar olduğu gibi, çok iyi toprak ta elindeki tohumu çürütenler de olurmuş.

Havası da bir garipmiş.Kışın hiç beklenmedik bir anda güneş çıkar iliklerine kadar ısıtırmış insanı .Bazende yaz ortasında dondurucu soğuklar olurmuş.

Köyün eskileri bilirlermiş bütün bunlarla nasıl başa çıkılacağını .Uyarırlarmış yeni gelenleri .Ama nafile, bildiklerini okurmuş yeni gelenler .Kulak asmazlarmış yaşanılan tecrübelere, alınan derslere. Ta ki ellerinde ki avuçlarındaki herşeyi kaybedene kadar.

Eskiler üzülürlermiş bu duruma , nasırlaşmış ellerine bakıp ilk geldikleri yılları hatırlar ve derin bir iç çekerlermiş

“KİMSE DAHA KÖR DEĞİLDİR GÖRMEK İSTEMEYENDEN...............”

3 Kasım 2008 Pazartesi

Deniz kızı


Dün deniz kabuklarına fısıldadım sevgimi
Denizin dibinden yolladım sana
Kulağına dayadığında duydukların dalga sesleri değil
Yüreğimin sesi..

2 Kasım 2008 Pazar

Sandık


Cilası dökük, cevizden çeyiz sandığının
Kapağı aralanınca
Eski bir melodi gibi yayılır odaya
Naftalin kokusu

Beyaz bohçaya nice hatıralarla gizlenmiş
Sarı sepya fotoğraflarda bakan ninemin
Tek kanıtıdır oysa

Bir zamanlar
Çocuk olduğunun..



30 Ekim 2008 Perşembe

ayrılık




...Çamurlu ayaklarıyla girmiş
Yüreğimi açıp buyur ettiğim sevgili...

29 Ekim 2008 Çarşamba

Durdurun dünyayı inecek var!!

Artık gazete okurken yanında sakinleştirici falan içmek istiyorum.Elime gazeteyi aldığımda her sayfasında ayrı bir sapıklık -tecavüz haberleri .Nasıl bir yozlaşmaya girdik nasıl bir sapkınlık sardı her tarafımızı.Yaşınız kaç olursa olsun,kız -erkek tehlike altındayız.Artık kundaktaki bebeye ,iki büklüm yaşlı nineyede uçkur çözen iğrenç hayvanlar var içimizde.

Eskidende bu kadar çokmuydu ,bu haberleri okuyan sapıkların içinde uyuyan canavarlar bir bir uyanmayamı başladı?

Köylerde eşeğe tecavüz eden sapıklar vardı.Cehaletten,eğitimsizlikten denilirdi.Geçen sene ata tecavüz ederken bir mühendis yakalandı.
Şimdi operada alkışladığımız sanatçının onlarca çocuğa tecavüz eden sapık olduğunu öğreniyoruz.
Tamam dünyada ki örnekler bizden farklı değil.Avusturya'da 24 yıl boyunca kızına defalarca tecavüz edip hamile bırakan ondan çocuk-torun sahibi olan sapık şokunu atlatamadan,İngiltere'de ,italya'da yenileri çıktı.Adamlar pişkin pişkin anlatıyorlar yaptıkları rezillikleri.

Şimdilerde ülkemizde,“Reşit olmayanla cinsel ilişki suçunda şikayet yaşı ‘15’ten 14’e’ indirilsin, tecavüzcü evlenmeyi kabul ederse ceza verilmesin” diye bir yasa çıkartılmaya çalışılıyor.

Şaka gibi .

Sokakta oynarken tecavüze uğrayan ,bir anda hayatı kararan çocuk,önce devletin sonra ailesinin dayatmasıyla ömür boyu tecavüze mahkum edilecek.Suçlu ,resmi olarak koca ilan edilip halk içinde yaptığı meşrulaştırılacak.

Bu yasayı yürürlüğe sokmak isteyenlerin evladı yokmu ? çocuklarının başına böyle bir olay gelse kendileri ne yapacaklar ? kızlarını telli duvaklı tecavüzcüyle nikah masasına oturtacaklar mı?.

Hergün ayrı bir travma bu ülkede..

Dün ,70 küsür yaşındaki köşe yazarı Hüseyin Üzmez tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış.Efendim ,adli tıp 14 yaşında ki mağdurenin psikolojik olarak tecavüzden etkilenmediği sonucuna varmış.Mahkemede buna dayanarak serbest bırakmış.Yahu bu kadar mı rezilliğe göz yumulur.Bu olay patladığında , kızcağızı neden devlet himayesine aldınız .Neden psikolojisi iyiyidi de psikolojik destek verdiniz.Zaten annesi üç kuruş para için kızına yapılanlara göz yummuş .Resmen adamın önüne atmış kızını.Adamın kendinden 50 yaş küçük karısı hiçbir şey olmamış gibi kocasına arka çıkmış.Bu aklama yarışına adli tıp ve mahkeme de katıldı şimdi tam oldu..3 maymunu oynasınlar bakalım hep birlikte .

Merak ediyorum.Bu vebali nasıl taşıyacaklar ?

Evet kriz var.Global kriz sadece ekonomide değil.

İnsanlığımızda çok büyük krizde.

28 Ekim 2008 Salı

Hakim Bey


24 Ekim günü dünyadan bihaber ,bloga girmek istediğimde karşıma çıkan malum yazıyı görünce şok oldum.Allah Allah blogum hacklendi mi acaba ? birileri abuk sabuk yazılar mı yazdı? Ya da en son eklediğim Şebnem Ferah'ın Can Kırıkları'nda (Ki onu da düzgün yazamamışım .:)) birileri nem kapacak bir şey mi bulmuştu diye düşünürken diğer bloglara bakmayı akıl ettim .Kimsede erişim engellendi yazısı yok.Ama hepsi kapı duvar.Sonra ekşi sözlükten öğrendim olayın aslını. Yassakçı zihniyet meğer yine iş başındaymış.Gereği düşünülmüş .Girişim engellenmiş.

Bu son olmayacak kanımca.Yaptıkları icraatler,yapacaklarının ayak sesleri...

"Yassah Hemşerim" diyen amcalara "Sezen Aksu'dan" gelsin...

Hakim Bey

Sussan olmuyor...
Susmasan olmaz
Dil dursa hakim bey,tende can durmaz..

Yazsan olmuyor
Yazmasan olmaz
Kaleme tedbir koma, tek durmaz...

Şikayetim var, cümle yasaktan
Dillerimi hakim bey, bağlasan durmaz

Gelsin candarma, polis karakoldan
Fikrim firarda, mahpusa sığmaz

Eyvah !!!

Gün olur yerle yeksan olurum
Gün olur şahım, dev-i devranda...
Kanun üstüne kanun yazsalar...
Söz uçar yazı iki cihanda

Eyvah !!!

Söz:Zülfü Livaneli

24 Ekim 2008 Cuma

Can kırıkları












Bu kalabalıgın ıcınde
Yapayalnız hıssetmektense
Dunyanın bir ucunda tek basımayım.
Kir göstermeyen renkleriniz
Sizin olsun korkmaktansa
Bulanıklıgın tam ıcınde bir basımayım
Benım belki de gizli bir bildigim var
Elbette aglarım benım can kırıklarım var
Senın gordugun yanagımdan suzulenler
Asıl ıcımde,içinde yuzdugum bir denız var...
Bu kalabalıgın ıcınde
Yapayalnız hıssetmektense
Dunyanın bir ucunda tek basımayım.
Benım belki de gizli bir bildigim var
Elbette aglarım benım can kırıklarım var
Senın gordugun yanagımdan suzulenler
Asıl içimde,içinde yuzdugum bir denız var...
Şebnem Ferah


22 Ekim 2008 Çarşamba

Kabus


Küçük bir kızken en çok korktuğum şey; gece yarısı herkes uyurken, birden bire uyanıvermekti.Rüya görmeden ,bir ses duymadan ,çişim gelmeden öylesine uyanıvermek.Görünmez bir el kabloyu prizden çeker, bağlantı kopar ve ben uyanırdım sanki.

Ev ahalisinin horuldamalarını duydukça benim uykum iyice açılır, her çıtırtıda korkudan titreyerek,kafamı yorganın içine sokar ,tar-top olurdum.Yorganın altında kendimi güvende hissetsemde bi süre sonra bunalır ,etrafı merak eder, minicik aralıktan etrafı gözlemeye ve dinlemeye çalışırdım.O göz aralığından ,bahçedeki ağaçların duvara vuran gölgelerini, rüzgarla hareket ettikçe türlü şekillere girdiklerini görürdüm.Korkudan o minicik deliğide kapatır, yorganın altında korkudan kuş gibi çarpan kalbimin sesinden bile korkarak ne yapacağımı düşünürdüm.Odanın içersinde olduğuna inandığım o şeylere duyurmadan sesimi anne-babama ulaştırmalıydım. Yorganın altından mırıldanır gibi bir "anne.." sesi çıkardı önce .Sonra "annee.." sonra biraz bekler odayı dinlerdim.Anne -babamın uyanmadığını anlar bir daha seslenirdim."Annee" sesimin çıkmadığını anlar ,yorganı biraz aralar,tekrar bağırırdım "ANNE !" yine sessizlik,sonra bir kez daha "ANNNEEEE !!! " sonra tüm gücümle "ANNNNNEEEEE !!!!!!!!!" Bir anda ev hareketlenir.Annemlerin odasının kapısı açılır,uyku sersemi koridorda bana doğru gelen terlik sesi duyulur, odamın ışığı açılır, duvardaki kötü şeyler gider yorganın altından terden ıpıslak olmuş ,yarı ağlamaklı ,gözleri animeler gibi pörtlemiş olan ben çıkardım.Annem beni kucağına alır ,sakinleştirmeye çalışır.Tamam geçti kötü bir rüyaydı der.İkna olmam uyumamı söyler "Hayır sen de benle yat" derim ağlamaklı.Işığı kapatır benle birlikte yatağıma sığışır bir şeyler söyleyerek beni uyutur....

Dün gece Stephen King'in romanlarından kopup gelen bir kabusla uykudan uyandım.Rüyanın etkisiyle korkudan titreyerek ,yıllar öncesinde olduğu gibi yorganın içine saklandım.Minicik aralıkdan "ANNEEE !! " diye bağırmaya hazırlandım.Nöronlar kendine geldikçe 4 yaşında olmadığımı ve kötüsü evde olmadığımı hatırladım.Yatağın içinde doğrulup ışığı yaktım.Bir süre etrafıma bakındım.Baş ucumda ki su bardağını kafama dikip bitirdim.Saate baktım.Saat sabahın 4 ü. Yıllar önce 4 yaşındaki o küçük kızın korkularını hatırladım.Yorgana sarılıp ,annemin yaptığı gibi uyumam için söylediği şeyleri mırıldandım....



Uyuyamadım...

19 Ekim 2008 Pazar

Ceylin

Geçtiğimiz cumartesi sabahı " süpriiiz "sesleriyle uyandım.Doğumgünümde değil hayırdır inşallah derken odamın kapısında meraklı 3 çift göz gördüm.Ablam ve yiğenim Badoş Yanlarında da günün süprizi küçük bir kedi yavrusu.Bu eve çok köpek girmişliği vardı ama eşikten içeri ilk defa bir kedi giriyor.Tarihi bir an yani.

Bizimkiler doktor dönüşü Cennet'e uğruyorlar.Allah gecinden versin ,semt olana :).

Gittikleri kafede bir şeyler yerken yiğenim sırtında bir sıcaklık hissediyor.Bir bakıyor minicik bir kedi yavrusu.Bizimkisi tırsmakla, sevmek arasında tereddüt ediyor.Kediyi alıyorlar.Dışarı bırakıyorlar.Bi kaç dakika geçmeden pıtır pıtır kedicik yine geliyor.Koltuk ve sırt bölgesine yerleşmeye çalışıyor.İşte o zaman Badoş'un annelik iç güdüleri kabarıyor .Nolur bizim olsun eve götürelimmi diye tutturuyor.İki kişi geldikleri kafeden 2 kişi bir kedi olarak çıkıyorlar.Veterinere gidiliyor.Temizlik, ilaç ,kontrol ve uyarılar alınıyor.Evlerine gitmeden önce cicianneye uğrayalım diye düşünüyorlar.Hani bilirler ki köpekseverliğim meşhurdur.Ama hiç bir kedi ile flört etmişliğim yok.Kedilerle tek bağım Büyükada'da katıldığım bir fotoğraf gezisinde , bana bol bol modellik yapmaları .Üstteki fotoğrafta o geziden fotojenik bir arkadaşımıza ait.

Yiğenim adını ceylin koymuş.Adı çok manidar.Buldukları semtin adı Cennet ."Cennetten gelen anlamında"
Bayramda bize gelen çocukluk arkadaşımın yedi aylık kızının ismi aynı zamanda.Arkadaşım tekrar bize geldiğinde ,Ceylin diye seslendiğinde ona doğru adım atacak biri daha var .Umarım bozulmaz. :)

Neyse ceylini yere bıraktılar.Kedicik halıfleksde önce bir tuhaf oldu ay da yürüyen astronotlar gibi yavaş yavaş bana doğru geldi .Ben de sanki çok bayılırmışım gibi sevmeye başladım.Ama bu minik şey acaip oyun meraklısı çıktı.Kendini bana sevdirmek için türlü oyun yaptı. Yerde elimle döndürdüm ,patileriyle parmaklarımı yakalamaya çalıştı.Gazetenin üzerinde yuvarlanırken karşısındaki aynaya takıldı bakışları.Heykel gibi kaldı.Hiç hareket etmeden kendine bakıyor.Kuyruğuyla oynuyorum yok ittiriyorum yok.Takıldı kaldı aynaya.Bende üzerinde durduğu gazeteyi yavaş yavaş kenara çekiyorum.Gövdesi sağa doğru kayarken, kafa ısrarla sola gidiyor, aynayı görmek için.Çok komikti hali acaip eğlendim.
Doğduğum günden beri hep köpeklerimiz vardı.Onlara aşinaydım.Ama kedilerle münasebetim bu yaştan sonra başlayacak hadi hayırlısı..

17 Ekim 2008 Cuma

Pergel


Pergelin çivisini

Batırıp yüreğime

bir çember çizdim

İçinde bırakarak kendimi

Dışında kalanlar

Çividen daha fazla acı vermesin diye...



İzDüŞünümLer



14 Ekim 2008 Salı

Müjde!! Şafak 1


24 Eylül ve Ekim ayının süregelen şu günlerinde;Sevgilinizle kavga ettiyseniz,patronunuz yada iş arkadaşlarınızla anlaşmazlığa düştüyseniz,Elektronik aletleriniz arızalandıysa ,beklediğiniz önemli bir evrak postada takıldı yada kaybolduysa kendinizi çıkmazda hissediyorsanız,bütün kankilerinizde dahil herkesin üzerinize geldiğini düşünüyorsunuz rahat olun ,yanlız değilsiniz .Ne Tanrının gazabına uğradınız,ne de ex sevgiliniz size beddua etti.Merkür yine geri adım atmakta.Kereta her sene 3 -4 kere retro yapmazsa içi rahat etmiyor.Bu dönemlerde çelik gibi sinirlere sahip olmak gerek.Antidepresan kullanıyorsanız ne ala yok kullanmıyorsanız bugünlerde elinizin altında olsun.Ya da acilen bir psikolog bulun ama onuda gerilemeden önce bulun yoksa onlada iletişim kuramazsınız.

Ne menem şeydir bu Merkür? geri gider mi gerçekten? Cevap Hayır.
Merkür Güneş’e en yakın gezegen .Dolayısıyla yörüngesi Dünya’dan çok daha kısa. Senede yaklaşık üç ya da dört defa Merkür Dünya’yı geçer işte o zaman Merkür’ün gerileme dönemini yaşarız.

Bu dönemlerde yeni anlaşmalar ,yeni planlar yapmak,yeni şeyler almak tavsiye edilmez.Hep bir pürüz çıkar yapılanlarda.Bu dönemde bol bol eski eş- dost-akrabalarla görüşmek,eski den imzalanmış projeler üzerinde çalışmak,evde dolap-raf temizliğine girişmek lazımmış.(Son maddede annemin bir parmağının olmasından şüpheleniyorum :)

Yani şu olayı öğrendim öğreneli gerileme dönemlerinde iki yakam bir araya gelmedi.Astrologların uyarılarına gayet uyup yeni hiç bir şey yapmıyor olsamda , şu iletişimdeki aksaklıklar öldürecek beni.
Başlığı müjde diye atsamda karamsar bir yazıya dönüştü iyice .

Ama ne yapayım merkür gider ayak bana feyk attı yine .2 gündür işyerindeki bilgisayarım çökmüş durumda.Geçen cumadan beri kargoda evrağımız kayıp.Etrafımdakilerle yaşadığım anlaşmazlıkları yazmıyorum bile.Askerlerin şafak çetelesi gibi ben de Merkür çetelesi tutuyorum.Ve nihayet ..




Müjde! Şafak 1.




12 Ekim 2008 Pazar

Hamal


Sırtındaki koca yükü taşırdı da

Kaderine yazılan ağır gelirdi

Gün boyu köşe başında ekmeğini bekleyen hamala

Arkasına bastığı ayakkabı gibiydi

Ezilen hayatı

Okşayamazdı çocuğunu

Nasır tutmuş ellerinden ötürü

Oysa sevgiyle dopdoluydu yüreği

Cüzdanının aksine

Tan yerinde başlardı daha kavgası

Akşam olupta bebeleriyle

Yer sofrasına bağdaş kurup

Bir kap yemeğe kaşık sallayabilmek için

Soğuk kış gecelerinde

Yorgun omuzlarının altındaki küçümen kafalara yorgan da olurdu

Tek odalı gecekondusunda

Damlamazdı gözlerinden yaş

Durmadan akan çatının aksine...
İzDüŞüNümLer

11 Ekim 2008 Cumartesi

İlahi Kader!


"Serendipity" bir güzelliği ararken, tesadüfen başka bir güzelliğe rastlamakmış .

Sevdiğim armonisi olan kelimelerden biri.İzlediğim aynı isimli hoş bi film(ayrıca konu edilecektir), okuduğum romanın içinde geçen bir mekan olması durumuyla bana da "serendipity" dir ayrıca.

Yıllar öncesinde Julia Roberts,Jude Law,Natalie Portman,Cliwe Owen'ı başrolde görünce atlayıp gittiğim"CLOSER" da ,öyykkk sesleri çıkarıp filmin iğrençliğinden kendimi mısırla colayla oyalayıp dibe vurduğum anlarda, filmin içinde dinlediğim bir müzikdir "Serendipity".

Filmin berbatlığına inat, ne güzel bir şarkıdır bu dedim kendi kendime .Sahneler ardı ardına geçiyor ama benim kafamda hala o melodi.Günler günleri kovaladı .Bu şarkı çıktı gitti bünyeden.Sonra bir akşam onla birlikte,bir arabanın içinde giderken , radyoda kısa bir es'den sonra döküldü sözler melodiler..Zaman durdu .Ben bir an için arabadan çıktım ,astral yolculuk yaptım gökyüzünde.Yıldızların arasından kaydım süzüldüm..Aşağıda küçük arabanın içinde,beni gördüm.Dilimde..
"...and so it is just like you said it would be
life goes easy on me
most of the time
and so it is the shorter story
no love, no glory
no hero in her sky
i can't take my eyes off of you
i can't take my eyes off you
i can't take my eyes off of you

i can't take my eyes off you
i can't take my eyes off you
i can't take my eyes...

and so it is just like you said it should be
we'll both forget the breeze
most of the time
and so it is the colder water
the blower's daughter
the pupil in denial

i can't take my eyes off of you
i can't take my eyes off you
i can't take my eyes off of you
i can't take my eyes off you
i can't take my eyes off you
i can't take my eyes..."
Dinledim.
Dinlendim...



7 Ekim 2008 Salı

Kar Küresi ve bloglar...

İtiraf ediyorum.Blog açmak fikri ,okuduğum şahane bloglar sayesinde oldu.Bir konu hakkında daldan dala konarken arama sayfalarında ,ilgimi çeken bir yazı ya da blog sahibinin peşinden gittim.

Her seferinde hadi sen de başla dedim kendi kendime.Olmadı.Yazmayı sevmişimdir hep .Ama işin tembelliğinden yada cesaretsizliğinden yapamadım.Takip ettiğim bloglara ya da üye olduğum forumlara yorum yazmaktan öteye geçmedi bugüne dek...

Aylar öncesinden gelen bir hevesle açtım blogu ama ilk yazdığımla kalakaldım.Hatta daha sonrasında girmek istediğimde şifresini bile hatırlamadım.Açarken ne kadar kastıysam farklı bir isimle açayım şifrem şu olsun diye her türlü denemem sonuçsuz kaldı.Nihayet anahtarı bulup girdim içeri.Bir iki bişeyler yazdım.Sonrasında devamı gelmedi .Belki yazarken okuyanımın olmadığını bilmek ,kendi kendime monolog yapıyor olmak fikri beni soğuttu yazmaktan.Yine araya mesafe girip tekrar girdiğimde ,sokaktan gelip ,kimsenin olmadığı bir eve giriyomuş hissine kapıldım.Anahtarla kapıyı açıp kimse yok muuu diye seslendim.Kendi sesim yankı yaptı ,yine çıktım gittim . Ama bugün kapıdan içeri girdiğimde bir hoşluk oldu,ilk okuyucum ve yorumcum sayesinde tekrar parmaklarım yeni gönderiye gitti.Sevgili Kutup zencisine kendi huzurunda teşekkür ediyorum.( huzurlarınızda diyemiyorum kimse yok çünkü :))



Hoş, ne yazacağımı bilmeden yazıyorum bu satırları.Spontane yani...Esasında düşüncelerim şu an soğukta kalmış zeytinyağı gibi biraz donmuş katılaşmış bir şekilde.Umut ediyorum ki zamanla açılır.

Bir de nedense blogları şu yanda fotosunu koyduğum kar kürelerine benzetiyorum.Hani bir yoldan geçerken ,hani bir yağmur yağar da birden ,hani gök gürler ya arkasından ...işte öyle bir şey demiycem :) o sokaktaki kurulu bir tezgahta ,türlü rengarenk şeyin içinden, elimiz istemsiz ona uzanır.(en azından benim için öyle) Bir kar küresidir o.Elimize alır şöyle bir tepe taklak ederiz küreyi.Bazen içinde bir balerin olur.Bazen bir melek yada bir hayvan figürü..Hayatın tüm yavanlığına inat ,kibritçi kız misali sallarız küreyi.Her sallayışta yanan kibritle birlikte hayal kurarız. Beyaz karlar uçuşmaya başlar, bir deveran olur kürenin içinde.Birden içindeki melek de gülümseyiverir bana.Sanki göz kırpar.Bi kaç saniye sonra tekrar durağanlaşır ortalık .Tekrar sallarım küreyi bu böyle sürer gider...

İşte! bloglarda bana göre böyle ..Her biri kar küresi..İlgimizi çekeni elimize alır sallarız ve seyre dalarız.İçinde kendimizden bir şeyler bularak ya da görerek...

28 Eylül 2008 Pazar

S.o.S.yo


Bir varmış ,hiç yok muş
evvel zaman içinde
kalbur üstü insanlar
pek neşeli ,hep neşeli
gülüşürken, ayak üstü kokteyl gibi yaşamlarda
heyhat !bir vevelan kopmuş
ellerinde ki kadehlerden
dökülen meyler
kalplerinde ki bir sızı gibi
akarken
yaralandık demişler
"sözde" kan ağlarken yürekleri
tuz buz olup dağılmış
rüzgarla savrulup
gözlerine batmış
elem ve keder
akan gözyaşları sular seller gibi
önüne katıp sürüklemiş hepsini
bir beyaz bir güvercin
süzülüp gelmiş tepelerine
uzatmış yardım için
gagasında ki zeytindalını
hepsi canhıraş kurtulmak için
değil zeytindalına
boynuna asılmışlar güvercinin
hızla düşerken güvercin
gözlerinde hüzün
çakılıp batmış suya
ne kendileri kurtulabilmişler
bu felaketten
ne de güvercin
Sular altında ,son nefeslerini verirken
suyun üstünde yüze durmuş inadına zeytindalı...

gökten 3 elma düşmüş
birini elma sirkesi yapıp sabahları balla karıştıp içmişler
birini kötü kalpli cadı almış
bir diğeri hızla olay mahallini terkederken seslenivermiş
"Sen de mi şair oldun Be Hey İzDüŞümLer !!!"

Gece Sesleri

my life is brilliant.
my love is pure.
i saw an angel.
of that i'm sure.
she smiled at me on the subway.
she was with another man.
but i won't lose no sleep on that,
'cause i've got a plan.

you're beautiful. you're beautiful.
you're beautiful, it's true.
i saw you face in a crowded place,
and i don't know what to do,
'cause i'll never be with you....

Bugünlerde pek bir anlamlı açtığım başlık.Sevdiğimiz yazarlardan Ayşe Kulin'in romanından uyarlanmış bir tv dizisi olarak dönmekte ekranlarda.

Benim içinse sözlerini yazdığım bu şarkıdır gecenin sesleri.Gecenin körü bir saatte ekran karşısında kah okurum,kah yazarım modlarımda eşlik eder James Blunt kardeş.Pek bir içli söyler.Hiç arasız bittiği yerden tekrar başlar.Gün içinde bu kadar iyi gitmiyor illa ki gece dinlemeli bu şarkıyı. Soğuk bir eylül gecesinde ,yağmur sesinin arka vokali eşliğinde ,sıcak bir nescafenin yanında bitter çikolata etkisi yaratıyor bünyede.

6 Haziran 2008 Cuma

Deneme

Yeni başlayacağımız bir işte, ilkine deneme deriz.Kendi kendimizi olumsuzluk ekiyle sınırlandırırız.Burda secret'ten, % 100 düşünce gücünden pasajlar vermicem.Ama nedense yazınca iyice gözüme batar oldu bugün. Ona inat "Dene bi hele "diyorum.Bu da benim olumlandırmam olsun ..

19 Şubat 2008 Salı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var

Fotoğraf:İzDüŞümler

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandı

Ataol BEHRAMOĞLU

18 Şubat 2008 Pazartesi

Sen yazmazsan ,ben yazmazsam ,biz yazmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa


Eski Türk filmlerinde ne çok seyrederdik.Esas kızın (Belgin Doruk)kesin bir günlüğü olur,el ayak çekilince günlük çıkar yastığın altından , esas kızımız başlar gün içinde yaşadığı şeyleri yazmaya.İç bunaltılarından yazarak uzaklaşır. Sevinçlerini, üzüntülerini yazdıkça hafiflerdi.Bu defter bazen 3.kişilerin eline geçip kahramanı zor duruma düşürsede sonunda bir hoşluk hep olurdu .(Bknız.Hatırla sevgili-Yasemin kızımızın başına gelenler)

Artık yok böyle adetlerimiz.Yaşam gaileleri peşinde koştururken ,iyice içimize döndük kabuğumuza çekildik.Birbirimize güvenmiyoruz.Yabancılaştık.Beynimiz,gönlümüz dolu .Ama paylaşmaktan korkar olduk.konuşmadık,yazmadık.Gönlümüzün ağusu çöreklendi kaldı içimizde.
Nazım Hikmet'e ithafen bir başlıkla demem o ki "Sen yazmazsan,ben yazmazsam,Biz yazmazsak,nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa " *

* (Sen yanmazsan,ben yanmazsam,biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa)