Günlerdir öksürük,aksırık,ilaç,antibiyotik labirentinin içinde daralmış durumdayım.
Dün gelen süpriz bir tiyatro davetine hiç düşünmeden evet dedim.Hafta içinde akşam saatinde Nişantaşı'ndan,Kadıköy'e köprü trafiğini göze alarak hem de.
İşten biraz erken çıkıp karşıya yollandım.Öncü gelen arkadaşla Kadıköy'de ne yiyelim derken gözümde Çiya'nın nefis yemekleri şerit halinde geçmeye başladı.Tiyatro öncesi güzel bir yemekten sonra tiyatroya doğru yollandık.
İçeri girdiğimizde otantik nefis bir sahne dekoru karşıladı bizi.Az sonra oyun başladı yanımdaki bağırışla irkildim .Meğer oyuncular sahneden değil yanımızdan adım atarlarmış oyuna .
Murathan Mungan'ın cenk hikayelerinden bir öykü.
Konusu,ormanda bir mağarada bir delibozuk çobanla,nam-ı değer bir kabadayının çatışması
3 kişilik bir oyun .
İki oyuncu ve bir anlatıcı ama ne anlatıcı .O ses tonu ,o mimikler yanımdan geçerken hayran hayran izledim Haldun Ergüvenç'i .
Delibozuk dediğim çobanı canlandıran,yani Temir, Gün Koper,Macit Koper'in oğluymuş.Armut dibine düşmüş .Uzun zamandır bu kadar genç, oyunu coşturan yetenekli bir oyuncu izlememiştim.(Hoş kaç zamandır tiyatroya uğradığım yok utanıyorum bunu yazarken :(
Ve Yıldırım Fikret Urağ.Oyunu hem sahneye uyarlayan ,hem yöneten, hem de Binali'si.
O da beni kadıköy'de bir tiyatroda izleyici değil ,o dağın başındaki mağarada iki erkek arasındaki çatışmayı şahit olan biri gibi hissettirdi.
Ormandan geriye kulaklarımda sanki çığlık atan ordan oraya uçan bir şahin,silah sesleri,Binali ile Temir'in birbirlerine dayılanmaları kaldı.
Ve...
"...Bu kadar susan insandan korkarım ben,
Bu kadar susan insandan korkarım,
Bu kadar susan insandan korkmalı derim.." diyen kelime cambazı Murathan Mungan ...